istanbul

istanbul

Aktarımlar: Madde ve Mana

Bu yazının başlığı içeriğe ait bir çağrışımda bulunurken bir yandan da sevgili dostum Saffet Murat Tura'nın kitabına gönderme yapıyor. (bkz: Madde ve Mana, Saffet Murat Tura, Metis yayınları)

Tahmin edebileceğiniz gibi Saffet'in kitabı ile bu yazı tamamen ayrı konulara değiniyor. Ben burada son derece basit bir çıkış noktasından gündelik bir deneme yaparken "Madde ve Mana" felsefenin en temel sorunlarından birisi ile uğraşıyor. Kitabın değerini daha da arttıran bir özellik böyle bir eserin Türkçe olarak yayınlanmış olması. Saffet bir Amerikan üniversitesinde akademisyen olsaydı ve bu kitabı İngilizce yayınlasaydı uluslararası entellektüel camiada bir hayli fırtına kopacağından hiç şüphem yok.  Güzel ülkemin siyaset merkezli dünyasında ise böyle sorgulamaların karşılığı bulunmuyor.

Enseyi karartmadan asıl konuya geleyim. Etrafımızdaki "madde" ile gündelik yaşam düzeyinde ilişkimiz ne boyuttadır? Geçen gece yatağıma uzandığımda gözüm başucumdaki çalar saate takıldı. Epeyi bir zaman önce aldığım bu küçük saati bir vitrinde gördüğümde çok beğenmiştim. Fonksiyonel olarak bir saate ihtiyacım olduğunda ilk karşıma çıkanı almayıp kişisel zevkime uygun olan bu "madde"yi tercih ettim.

Sahip olduğumuz herşey için benzer bir durum söz konusu değil mi? Ayakkabımız sadece yere çıplak basmamak için değil. Montumuz da sadece bizi soğuktan korumak için değil. Kullandığımız herşey etrafımıza bize ait bir mesaj veriyor ve bir "anlam" ifade ediyor. Benim baş ucu saatim gibi neredeyse kimsenin görmediği nesneler için bile söz konusu bu durum.

Madde ile böyle bir ilişkimiz olunca bize bunları satmak için çabalayan üreticiler de en cazibeli modelleri yaratmak için didinip duruyorlar. Ürünün işlevinden bağımsız olarak tasarımı ile çekici olmasına gayret ediyorlar. Bizler de sistemin parçaları olarak düzende yerimizi alıyoruz ve kendimizi en iyi ifade edenleri seçmeye çalışıyoruz.

Bana bütün bunları yazdıran saatimin fotoğrafını sunayım size.


Küçük, plastik bir saat işte ama tasarımcısının iyi bir iş çıkartmak için üzerinde uzun uzun çalıştığını tahmin edebiliyorum.

Uykulu gözlerle saatime bakarken bunlar geçti aklımdan ve üşenmedim, kalkıp fotoğraf makinemi alıp yukarıdaki resmi çektim.

Sonra bir de doğrudan bir etkileşimimiz olmayan nesneleri düşündüm. Etrafımız bunlarla dolu. Çoğu zaman sadece işlevlerini yerine getiremediklerinde varlıklarının farkına vardığımız "madde"ler. Buzdolabınızın kompresörü ile doğrudan hiçbir ilişkiniz yok ancak bozulduğunda sizin için alarm zilleri çalar ve o an için etrafınızdaki en önemli "madde"lerden biri oluverir normalde görünmez durumdaki bu cihaz.

Peki, bu tür nesnelerin bir estetiği var mı? Yani pek gözümüze görünmüyorlar ama özellikle bir estetik arayışıyla baktığımızda bize tatmin edici bir enstantane verebilirler mi? Olabilir diye düşündüm. Hele bir de o ürünü tasarlayıp üreten kimse bir parça yaptığı işe saygı duyuyor ve iyi bir ürün yaratmak istiyorsa pekala da olabilir.

Bu amaçla normalde hiç selamlaşmadığım bir nesneyi fotoğrafladım. Kendisi lavabo giderimin bağlantı parçası oluyor.

Tıkanmadığı sürece doğrudan bir etkileşime girmeyi aklıma getirmeyeceğim bu nesneyi endüstriyel tasarımın itici olmak zorunda olmadığı fikri doğrultusunda sunuyorum.


Biraz gayret edersek kendince bir estetiği olduğunu bile kabul edebiliriz.

Bütün bunlar ne demek oluyor derseniz, pek tatmin edici bir cevabım yok. Bir parça deneysel bir çalışma oldu bu. Farklı bir yaklaşım sergilemeyi denedim. Beğenmediyseniz size soracağım soru şudur: "Hayatınızda anlamlı olarak kabul ettiğiniz şeylerle etkileşiminiz hangi temeller üzerine kuruluyor?"

Sorgulamanızı biraz daha ileri boyuta taşımak isterseniz Saffet Murat Tura'nın kitabını tavsiye ederim. Okudukça içinizde bir parça rahatsızlık duymaya başlarsanız doğru yoldasınız demektir, önünüzde farklı bir dünya var.


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Siz biliyorsunuzdur ama bilmeyenler için Jacob Jensen'in o çok zarif Bang & Olufsen Hifi cihazlarının tasarımcısı olduğunu hatırlatalım istedim.

H.A.