istanbul

istanbul

İzlenimler: Atina

Tanrıça Athena'nın gözetiminde büyümüş, günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce altın çağını yakalayıp Platon'un Akademi'sine ve Aristo'nun Lyceum'una ev sahipliği yapmış olan şehirden bahsedelim biraz.

Antik dönemde zenginliği ve kültürü ile öne çıkmış, demokrasinin beşiği olmuş, sonra yavaş yavaş parlak günlerini özlemle anar hale gelmiş Atina. Bugün 4.000.000'a yaklaşan nüfusu ile Yunanistan'ın toplam nüfusunun üçte birini barındırıyor. Kalabalığı, gürültüsü, betonarme binaların oluşturduğu görünümü ile dünyevileşmiş, tanrıların katından uzaklaşıp tamamen fanilerin yaşam alanına dönüşmüş kıpır kıpır bir şehir burası.

Şöyle bir haritaya göz gerdirdiğinizde, merkezinde bulunan bir tepenin etrafını sarmalayarak büyümüş neredeyse dümdüz bir yerleşim görüyorsunuz. Merkezdeki bu tepe Akropol. Traşlanarak üstü düzleştirilmiş bu yükselti dünyanın en meşhur tapınaklarından birini barındırıyor: Parthenon. Tepenin kuzeye bakan eteklerinde eski semtler Plaka ve Monastiraki konumlanmış. Hemen arkalarında ise uçsuz bucaksız, çatısız binalardan oluşan modern Atina geliyor.

Bütününü göze aldığınızda modern Atina'ya güzel bir şehir demek pek mümkün değil. Ancak Akropol'den hemen eteklerinde kurulmuş bölgeye kadar oluşmuş tarihsel zenginlik, Yunanlılar'ın çok lezzetli mutfakları ve eğlence imkanları ilginç bir çekicilik oluşturuyor.

Gelin bu kadar laftan sonra bir Atina manzarası ile devam edelim.


Monastiraki meydanından Akropol'e doğru bir bakış bu. Tam karşıda Akropol'ün üzerine yerleşmiş Parthenon görülüyor. Hemen aşağısında tarihi Plaka ve Monastiraki semtlerinin güzel binaları. Monastiraki meydanı aynı adlı semtin de merkezi sayılıyor. Bir zamanlar gerçekten bir manastır varmış burada, şimdi sadece adı kalmış. Fotoğrafın sol alt köşesinde küçük kubbesi görünen kilisenin bu manastıra bağlı olduğu sanılıyor. Resmin tam ortasında görülen bina ise Tzistarakis camisi. Bugün müze olan caminin minaresi yıkılmış. Caminin karşısındaki büyük bina ise metro istasyonu.

Akropol'e biraz daha yakından baktığımızda hem tepenin görkemi hem de eteklerindeki tarihi semtin binalarının renkliliği ortaya çıkıyor. Aşağıdaki resme dikkatli bakarsanız sol altta köşeli, kubbeli, kule gibi bir taş binaya gözünüz takılabilir. Rüzgar Kulesi olarak adlandırılan bu yapı M.Ö. birinci veya ikinci yüzyılda astronom Kyrestes tarafından inşa edilmiş. Sekizgen yapının her yüzünde o yönden esen rüzgarı sembolik olarak gösteren işlemeler var. Bina ayrıca bir su saati olarak tasarlanmış.


Akropol'e bu kadar yaklaşmışken gelin bir ziyaret edelim. Tepenin batısında asıl giriş bulunuyor. Bu girişte M.Ö. beşinci yüzyılda inşa edilmiş Propylaia ve Athena Nike tapınağı yükseliyor. Aslında buraya gelmeden önce önünden geçeceğiniz, tepenin güneybatısındaki Herodes Atticus tiyatrosundan bahsetmemek de hata olur. M.S. İkinci yüzyılda yapılmış olan bu güzel tiyatro 1950'lerde restore edilmiş ve günümüzde de mükemmel halde duruyor.


Herodes Atticus tiyatrosunun yanından yukarıya doğru tırmandığınızda biraz önce bahsi geçen Propylaia'dan geçerek tepenin üzerindeki düzlüğe varıyorsunuz. Burada sizi bütün görkemiyle Parthenon karşılıyor. M.Ö. beşinci yüzyılda inşa edilmiş olan tapınak, mimarlar Kallikrates ve İktinos'un eseri. Yapım zamanının tam kavranabilmesi için şöyle ifade edelim: İstanbul'daki Aya Sofya inşa edildiğinde yaklaşık 850 yıldır, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığında yaklaşık 1900 yıldır Parthenon yerinde duruyordu! Şehrin koruyucusu olan tanrıça Athena'ya adanmış olan tapınak bugün hala Atina'nın sembolü sıfatıyla Akropol'de yükselmekte. 

Osmanlı idaresindeyken bir dönem cami olarak kullanılan yapı 17. yüzyıldaki Venedik kuşatması sırasında cephanelik olarak görev yapmış. Venedikliler bu durumu farkedince binayı topa tutmuş ve binyılların yıpratmasına dayanan binanın önemli bir bölümü içindeki mühimmatın patlamasıyla tahrip olmuş. Günümüzde senelerdir süren restorasyon çalışmaları hala devam ediyor ama maalesef savaşın yıkıcılığının izlerini ortadan kaldırmak artık mümkün değil: binanın içi ve çatısı tamamen yok olmuş. 

Yapımından yaklaşık 2500 yıl sonra bugünkü haliyle Parthenon işte karşınızda.


Akropol'de Parthenon ve ona eşlik eden diğer güzel binaları gezdikten sonra ister istemez gözünüz tepeden aşağıya doğru etrafınızı saran modern Atina manzarasına takılıyor. İşte burada Atina'nın estetik olmayan yanını görüyorsunuz. Tepenin yamaçlarına kurulmuş olan Plaka ve Monastiraki'den öteye baktığınızda gördüğünüz tek şey bir beton ormanı. Tarihi semtlerin bitimini kırmızı çatıların sonlanıp teraslı beyaz beton binaların başlaması ile gözlemleyebilrsiniz. Sonrası göz alabildiğine bu teraslı beyaz beton binalar.


Yukarıdaki resimde bu ayırım gayet net görülüyor. Resmin merkezinde daha önce bahsi geçen Tzistarakis camisi duruyor. Caminin hemen altındaki yeşil alan bugün sadece bazı duvarları ayakta kalmış olan Hadrianus kütüphanesi. Kütüphanenin de altında Fethiye camisi ve yine daha önce adı geçen Rüzgar Kulesi görülüyor.

Fethiye camisini biraz yakından inceleyelim. Fatih Sultan Mehmet'in Atina'yı ziyareti şerefine yapılmış olan Fethiye camisi, doğal malzeme kullanılarak inşa edilmiş farklı görünümlü, çevreye saygılı bir yapıt. Ana kubbesini ve çatının geri kalanını örten kiremitler binanın doğal taşlardan örülmüş duvarları ile güzel bir bütünlük sağlıyor. Mütevazi boyutlarına ve yapısına karşılık şehrin pek çok yerinde bulunan eski tarihli küçük kiliseler ile uyum içinde.


Fethiye camisinin doğusuna doğru ilerlediğinizde Plaka'nın dar sokakları arasında kaybolmaya başlıyorsunuz. Güzel binalar, içiçe geçmiş sokaklar, cafe'ler, restoranlar sizi karşılıyor burada. Semtin ana meydanı (Plateia) Lysikratous.


Yukarıda gördüğünüz Lysikratous meydanından Plaka'nın diğer sokaklarına doğru yürüdüğünüzde şayet yemek zamanıysa etrafınıza bakınıp gözünüze kestirdiğiniz bir restorana girmeye hiç tereddüt etmeyin. Ege mutfağının tüm lezzetleri sizi bekliyor olacak. Bizim Ege kıyılarımızdaki mezelerimize, deniz mahsüllerimize çok benzer olan Yunan mutfağının lezzet çıtasının gerçekten çok yüksek olduğunu söylemeliyim. Güzel yemeklerle donanmış bir masada oturmak buralarda yaşamın önemli bir parçası. Son derece makul fiyatlara böylesine incelikli yemekler yiyebilmek insanı biraz kıskandırıyor doğrusu.

Biz yine gezimize dönelim. Plaka'nın dar sokaklarında dolaşmak çok keyifli. Tek sorun trafiğin yoğun olduğu bölgelerdeki kargaşa. Alışveriş bölgesine çıkan Kapnikarea sokağını örnek olarak sunuyorum. Dar sokakta yoğun yaya trafiği, araç trafiği ile iç içe. Neyseki bütün sokaklar böyle değil, bazı sokaklar ise trafiğe tamamen kapalı.


Sokağın kargaşasına rağmen başınızı kaldırdığınızda gördüğünüz Akropol manzarası insanı hemen etkiliyor.

Plaka'nın yeni şehirle sınırını çiziyor diyebileceğimiz Ermou caddesi Atina'nın en canlı alışveriş merkezlerinden. Çok uzun bir cadde olan Ermou, şehrin ana meydanı olan Syntagma'ya yaklaşırken sadece yayalara açık hale geliyor. Yürürken birden caddenin ortasında tarihi bir kilise görürseniz şaşırmayın. Eski bir tapınağın üzerine yapılmış olan Panaghia kilisesi Atina'nın en eski kiliselerinden biri.


Yaya yolu olan Ermou'nun bu kısmında oluşturulmuş küçük bir meydan ve ortasında 11. yüzyılda yapılmış olan minik Panaghia. Meraklıları bilir, yukarıdaki gibi kısmen çok güneşli kısmen koyu gölgeli fotoğrafları çekmek zordur. Işığı iyi ayarlayamazsanız ya gölgeler kapkaranlık çıkar, ya da güneş altındaki alanlar çok aydınlık. Benim elimden bu kadarı geldi.

Ermou'dan yürümeye devam ettiğinizde yolunuz meşhur Syntagma meydanına çıkıyor. Atina'nın ve hatta Yunanistan'ın kalbi burada atıyor, çünkü Yunan parlamentosu burada. Geniş bir meydan olan Syntagma'ya bakan binalar arasında Atina'nın büyük otelleri de var. Bir yanı ise devasa parlamento.


Bunca estetik ve mimari geleneğini gördükten sonra bana çok güzel bir bina gibi gelmedi parlamento. Ana girişte sanki eksik kalmasın diye sütunlar kullanılmış ve binanın bütününe baktığınızda göze hoş gelmeyen bir görüntü var. Sütunların yerleştirilmesi dediğinizde, mesela M.S. ikinci yüzyılda yapılmış olan Hadrianus kütüphanesinin bugün ayakta kalan tek duvarına bile baktığımızda günümüz için çıkartılacak estetik dersleri var gibi geliyor bana.


Tarihsel yapılara geri dönmüşken bu çizgide gidelim ve Hadrianus kütüphanesinden antik Agora'ya şöyle bir uzanalım. Agora, Yunan şehir devletlerinde siyasi, sosyal ve ticari yaşamın merkezi olan bölüm. Atina'daki antik Agora M.Ö. 600'lerde tamamlanmış bir yapılar kompleksi, bir çeşit kampüs de diyebiliriz. Agora'nın içinde aslına uygun olarak, kısmen özgün malzemeler kullanılarak yeniden inşa edilen Attalos stoası (stoa=üstü kapalı pasaj, yürüyüş yolu) çok etkileyici bir yapı. Zamanında ticari faaliyetin sürdüğü sıra dükkanların yan yana dizildiği sütunlu bir geçit olarak tasarlanmış olan ince uzun bina, bugün etkileyici bir müze.


Agora'nın bir başka köşesinde antik dönemden günümüze ulaşmış en iyi durumdaki yapılardan birisi mevcut: Hephaisteion tapınağı.Yaklaşık 2500 yıldır sütunları binayı dimdik tutmaya devam ediyor. Dikkatli bakarsanız sütunları oluşturan parçaların kısmen yerlerinden oynamış olduklarını görebilirsiniz. Sanırım zaman içinde, meydana gelen depremlerin etkisi ile ortaya çıkmış bir durum. Ancak yine de tapınak sapasağlam karşınızda.


Agora, Akropol'ün eteklerinde yer alan oldukça geniş bir bölge. Tam karşısında Monastiraki'nin aktif sosyal yaşamı günün her saati devam ediyor. Geçmişe yaptığınız yolculuğu bitirdiğinizde güzel bir yemek veya kahve için iki adım atmanız yeterli. Agora'nın çıkışında Adrianou sokağı sizi böyle karşılıyor.


Bu semtlerin dışında şehrin en gözde bölgeleri Gazi ve Psyri. Her ikisi de yakın zamana kadar varoş görünümünde olan bu bölgeler bugün özellikle genç Atinalılar için gece eğlencesinin en önemli adresleri. Şehir merkezinden yarım saatlik bir araba veya -tercihan- metro yolculuğu ile ulaşabileceğiniz bir başka önemli yer Pire. Atina'nın deniz kıyısı denilebilecek Pire'yi bu yolculukta gezme fırsatım olmadı ama bir dahaki sefere ilk sırada bu liman ve tabii buradan kolaylıkla ulaşılan adalar var.

Atina izlenimimi ilk fotoğrafta gördüğümüz Monastiraki meydanının gece manzarası ile bitiriyorum. Gün batımından sonra ışıl ışıl Akropol sanki tanrıça Athena'nın şehri dolduran fanileri gözünün ucuyla izlediği bir mekan gibi duruyor. Sokaklar ise bu durumdan habersiz, kendileriyle meşgul insanlar ile dolu.