Senelerdir gitmemiş olmama rağmen yurtdışında en çok ziyaret ettiğim şehir Paris'tir. Hani, sokak sokak biliyorum desem yalan olmaz. Yakın zamanda yolum yine bu güzel şehre düştü. Kısa bir haftasonu ziyaretinden bahsediyorum. Sevdiğim ve iyice aşina olduğum Paris'le biraz hasret giderdim.
Bir şehri iyi bildiğinizde turistik veya görsel açıdan cazibeli mekanlardan çok kendi zevkinize uygun yerleri ziyaret eder oluyorsunuz. Bazı semtlerin anıları oluyor. Bazı restoranlar, cafe'ler ise farklı anlamlar içeriyor sizin için.
Nasıl İstanbul'da fotoğraf çekecek mekan seçmekte zorlanıyorsam, Paris'te de benzer bir durumda buluyorum kendimi. Keşfetmenin hazzı ve heyecanı olmayınca çok zor beğeniyor insan, neyi nasıl yansıtacağına da karar veremiyor.
Paris'e bir Fransız dostumun davetlisi olarak gittim ve Denfert Rochereau semtindeki evinde misafir oldum. Böyle merkezi bir noktada kaldığınızda yürüyerek her yere ulaşabiliyorsunuz. Seine nehri üzerindeki Ile de la Cite adasında bulunan Notre Dame katedrali de yürüyerek kolayca varabildiğim noktalardan birisiydi. Bu çok popüler yapıyı aşağıdaki gibi fotoğrafladım.
(Güncelleme: Maalesef 15 Nisan 2019 tarihinde bu harika katedral bir yangın ile harap oldu. Muhtemelen eskisine sadık olarak yeniden yapılacaktır ama tabii, eskisi olmayacak, eski malzemelerle de olmayacak. Örneğin, çatısında kullanılan 300 yıllık devasa ahşap mertekleri bugün temin edebilmek mümkün değil. Bakalım Fransızlar nasıl bir performans gösterecek bu konuda.)
Paris'in sokaklarını aşındırırken bu şehrin karakterini yansıtan mekanlardan geçmek önem kazanıyor. Breteuil meydanı böyle bir yer. Hotel des Invalides yakınlarındaki bu meydan tipik Paris mimarisi ile dolu binaları sayesinde göz dolduruyor. Batılı şehir kültürünün önemli kilit taşlarından biri olan "meydan" kavramının güzel örneklerinden biri burası.
Kendimce anlamlı mekanlarda gezinirken şehre ait popüler yerleri de tamamen es geçmemek lazım diye düşündüm. Paris söz konusu olduğunda böylesi bir nokta Opera meydanı. Muhteşem Paris operası binası bu meydanı dolduruyor ve burada anılmayı hak ediyor. Objektife zar zor sığan ihtişamı ile Opera'yı size sunuyorum.
Dünya'nın en meşhur üç cafe'sinden bir olan "Cafe de la Paix" bu binanın önündeki meydanda. Diğer iki en meşhur Cafe'nin de Paris'te olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Biraz gizem katıp isimlerini vermeyeyim bunların. İsteyen internet'te araştırsın.
Paris deyince akla güzel yeme içme ve baget ekmek geliyor. Gerçekten de bu şehir toplu bir yemek ziyafeti görünümünde. Kaldığım semtte, hemen evimizin yakınındaki ekmek fırınını görüntüledim. Ekmeğin nasıl ciddiye alındığını göstermiyor mu aşağıdaki fotoğraf?
General Leclerc caddesindeki bu fırının tam karşısında bulunan McDonalds'ın ışıklı tabelası vitrinin camında yansıyor. Küresel olan yereli ezmeye çalışsa da Fransızlar direniş adına iyi bir performans sergiliyor ve yerel değerlerini sürekli el üstünde tutuyor.
Paris söz konusu olduğunda canlı sosyal hayat ve bunun en önemli unsuru olan cafe-bistro kültüründen de bahsetmek lazım. Pek çok Avrupa şehrinin tersine, özellikle hafta sonları Paris sokakları gece geç saatlere kadar dolup taşan sosyal mekanlarla dolu. Aslında İstanbul da bu özelliğe sahip ancak aradaki en önemli fark, İstanbul söz konusu olduğunda bu durumun belirli semtlerle sınırlı olması. Paris ise topyekün bu kültürü yaşıyor.
Gecenin geç bir saatinde Edgar Quinet meydanındaki yemek mekanlarının görüntüsü. Gerçekten cıvıl cıvıl bir şehir Paris.
Peki, ya Eyfel kulesi? Dedim ya, iyi bildiğiniz bir şehirde popüler olan sizin için cazibesini kaybediyor. Yine de Eyfel'e kayıtsız kalmak olmaz. Akşamüstü fotoğrafını çekeyim derken ışığın pek uygun olmamasına rağmen deklanşöre bastım. Çıkan fotoğrafı keskinlik ve renk doygunluğu açısından minimalist bir yaklaşımla sunuyorum.
Benim Paris'im böyle işte. Ne kadar yansıtabildim, emin değilim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder