istanbul

istanbul

İzlenimler: Roma


Ailece dört günlük bir Roma gezisi yapma imkânımız oldu. Daha önce hiç gitmemiştim bu tarih içinde yaşayan şehre. Bu gezinin özetini sizinle paylaşmak istedim.

Roma’yı farklı açılardan değerlendirmek mümkün:
1. Kültürel açıdan: Gerçekten Roma dondurması diye bir şey varmış. Bu gıdaya pek düşkünlüğüm olmamasına rağmen her gün dondurma yedim ve bu kadar basit bir yiyeceğin böylesine eşsiz bir lezzet sunmasını ancak ciddi bir kültürel birikimle açıklayabiliyorum.
2. Tarih açısından: Bu şehir geçmiş ile -hem de oldukça uzak geçmiş ile- bugünü harmanlamış, iç içe geçirmiş bir şekilde evrensel bir zaman yaratmış ve bu yarattığı zamanda yaşıyor.
3. Belediyecilik açısından: Melih Gökçek, Roma’da belediye başkanı olsaydı tükürük bezleri iflas ederdi. Her köşe başı bir heykel, bir sanat eseri.
4. Mimari açıdan: Oğlum ile ortama uymayan çirkin bir bina arayışına girdik ve 3. günün sonunda pes ettik. Roma’da para verip müzeye gitmek abes, zaten şehrin kendisi bir açık hava müzesi.

Roma'ya vardığımız akşam ilk gittiğimiz yerlerden biri Trevi Çeşmesi oldu. Yani, çeşme denildiğinde insanın aklına mermer bir kaideden çıkmış güzel bir musluk ve şırıl şırıl su sesi geliyor ama Trevi bundan biraz daha fazlasını sunuyor.


Bu fotoğrafı neredeyse akşam inmek üzereyken çektim. Devasa yapıta çeşme demek biraz haksızlık aslında. Roma söz konusu olduğunda oldukça yeni bir eser, 18. yy.da tamamlanmış. Bulunduğu meydanı tamamen dolduran ve aslında biraz “işte ben buradayım, beni takdir edin” dercesine ortaya yerleşmiş bir anıt Trevi Çeşmesi.

Yine de cüsse söz konusu olduğunda Piazza Venezia’daki Vittorio Emanuele Anıtı’nın eline su dökebilmek pek mümkün değil. Bu devasa anıt, Fransız işgalinden kurtulduktan sonra kurulan Birleşik İtalya Krallığı’nda ilk tahta oturan Vitterio Emanuele için inşa edilmiş. Roma’ya hakim olan sarımsı renge hiç uymayan bembeyaz bir yapı olduğu için “düğün pastası” lakabı ile anılıyor.


İnsanı ezmek istercesine abartılı bir cesameti var; tapınak gibi ama tapınak değil, bir anıt için ise fazla büyük. Yine de insan gözünü alamıyor, uzaktan görünüşü bile etkileyici. Karanlık çöküp ışıklar yandığında ayrı bir manzara ortaya çıkıyor. Aşağıdaki resmi zoom ile uzaktan çektim. Vittorio Emanuele atının üstünde Roma’yı seyrediyor.


İhtişam, azamet değince bu anıtların hepsini sollayan başka bir eser var Roma’da: Colosseum. Yapıldığı dönem düşünüldüğünde inanılmaz bir mühendislik harikası. Akustikten, seyircileri serinletmek için hava akımlarının yönlendirilmesine kadar her şey düşünülmüş. Hayran hayran seyrettim. Zamanın etkilerine göğüs germiş; ancak insanlara direnememiş bir başyapıt. Rönesans sonrası Roma’da yapılan görkemli kiliseler için taş gerektiğinde hiç acımadan Colosseum’un duvarlarını söküp kullanmaya başlamışlar. İç içe geçmiş üç silindirden oluşan yapının en dış iki katmanını soğan zarı gibi soymuşlar. Kalanlarla da işte bugün idare ediliyor. Colosseum’un fotoğrafını çekmek çok zor; çünkü önünde yoğun bir araba ve otobüs trafiği var.


Hıristiyanlık sonrası Romalıların antik Roma eserlerine gereken değeri vermediklerinin bir başka delili de Hadrian Tapınağı’nın bugünkü hali. Koca tapınağın olduğu yere papalık gümrük binası yaptırmış. Geriye tek bir cephe kalmış, neyse ki onu korumuşlar. Bu haliyle biraz gecekondu olmuş; ama yine de küçücük bir meydanda hoş bir sürpriz. Kendi tarihinin üzerinden silindirle geçmiş bir milletin ferdi olarak İtalyanlar hakkında “tarihlerini korumamışlar” diye atıp tutmak da ayrı bir güzellik.


Fotoğrafta kalan tek cephesi görünen tapınağın bugünkü görevi Roma Menkul Kıymetler Borsası’na evsahipliği yapmak. Tanrıların kutsallığından kapitalizmin kutsallığına sert bir geçiş yapmış mekân.
Tapınak cephesi ile süslenmiş bile olsa sokak manzaralarına bakınca  Roma’nın sokaktaki yeme içme tarzına da bir değinmek lazım. Aslında bütün Akdeniz ülkelerinde olan bir tarz bu, malum. Roma’nın antik merkezinde de daracık sokaklarda pek çok pizzeria, trattoria, ristorante dolu. Bazıları turist şımarığı olmuş; ama yine de ben bu tarzı çok seviyorum.


Bu fotoğrafı Panteon yakınlarındaki bir sokakta çektim, ortalık turist kaynıyordu.

Yeri gelmişken Panteon’dan bahsetmek şart. Beni en çok etkileyen eserlerden biri oldu Panteon. Neredeyse 2.000 yıl önce yapılmış muhteşem bir tapınak, sonraları papa kutsamış ve kiliseye çevirmişler. Bizim Ayasofya’dan bile 400 yıl kadar önce yapılmış bir eser. Tepesi açık harika kubbesi, bütün sadeliğiyle hâlâ dimdik ayakta. O kadar etkilendim ki fotoğrafını nasıl çekeyim bir türlü karar veremedim. Ne yapsam güzelliğini bütün olarak çerçeveleyemedim. Ayrıca detaylar da çok etkileyici. Aşağıda bir detay fotoğrafı var, olabildiği kadar işte.


Girişin karşısından daha bütüncül bir resim yakalayabilmek için uğraştım, en iyisi aşağıdaki oldu. İki bin yıl önce tasarlayıp yapmışlar, bugün insan bakmaya doyamıyor.


Panteon artık başka bir tannrıya ibadet etmek için kullanılsa da bu yeni tanrı Roma’da hiç mekân sıkıntısı çekmiyor. Her köşe başı bir kilise. Çoğu başlı başına sanat eseri. Doğrusu cennetin kapısından geçebilmek için bu kadar eziyete değer mi, emin değilim. Yapımı nesiller süren kiliseler, resimler, oymalar, heykeller, ne uğraştır bu böyle!

Saint Ignasio Kilisesi’nin tavan resmi Andrea Posso tarafından yapılmış. Tam altında durup, makinemi yere dik açı ile tutarak çektim bu resmi. Şu incik cıncık süslü tasvire bakın. Üstelik tavan düz değil; silindirik formda. İsa uçar ve kendisine iman eden Katolikleri göklerdeki cennete götürür, Protestanlar ve diğer sapkınlar ise aşağıdan aval aval seyreder.


Akıllara ziyan bir durum, sen tut kilisenin koca tavanına böyle bir resim yap. Üstelik alan o kadar büyük ki başını sonunu nasıl şaşırmamış adam anlamak zor. Kilise tavanlarına odaklanınca durmadan fotoğraflamaya başladım. Abartılı bir süsleme söz konusu. Ne gereksiz bir el emeği bunlar. Hiç mütevazı olmayan Katolik kilisesi de eski köyde yeni tanrının azametini göstereceğim diye sanatçıları azdırmış da azdırmış. Bir örnek daha: Tavan süslemesine ve resme bakar mısınız? O kadar çok kilise var ki bu galiba Saint Andrea idi ama tam da emin değilim. Yine rönesans sonrası yapılmış anti-reformist Katolik kiliseleri bunlar.


Tabii, iş sonunda Vatikan’ı ziyarete doğru gidiyor. Maddi albeniden maneviyata bir türlü yer kalmamış diye düşünürken yalnız olmadığımı anladım. Roma belediyesinin benim gibi hissedenlere doğru yönü göstermek için maneviyatçı bir trafik levhası koyması içimi biraz rahatlattı. Dümdüz git maneviyatın huzurunu bulursun!


Trafik levhasının gösterdiği yönde gidince doğru Vatikan’a varıyorsunuz. Ancak burada maddi gösteri maneviyatı büsbütün ezmiş geçmiş. Saint Pietro bazilikasının debdebesi pastanın üzerine son mumu dikiyor. O ne ihtişam, o ne gösteriş öyle! İnsan sormadan edemiyor, bu huzur abidesinin bedelini kim ödedi diye. Papalığın ödemediği aşikâr. Bu kadar kör gözüm parmağına gösteriş insanı iyice doğru yoldan çıkarır. Halbuki, Vatikan’ı gezerek bir nebze olsun içimde bir titreşim oluşacağını ümit etmiştim.


Bu fotoğrafı çekmek hiç kolay olmadı. Bir yandan deli bir turist güruhu neredeyse birbirini çiğniyor, diğer yandan da vizöre sığmayan devasa bir mimari kütle karşımda duruyor. Neyse, uğraşa didine resmi çektim. Sonra da anladım ki manevi arayışlar bana göre değil. En iyisi kendi bildiğim yolda gidip, dünyevi güzelliklerin peşinden koşmak. Kiliselerde dolaşıp durmaktansa sakin bir “trattoria”da baharat kokulu bir İtalyan şarabı yudumlamak çok daha huzur verici. Ancak bu da kolay değil. Her yer tıka basa turist dolu, Paskalya nedeniyle her milletten gelen inanmış katoliklere, Japon ve Çinli turistler eşlik ediyor ve sokaklarda adım atacak yer kalmıyor. Son bir hamle ile İspanyol Merdivenleri’ne gidelim dedik ama burası da sanki cennete çıkan merdivenler gibi insanla dolu.


Bırakın da şuradan huzurla üç basamak yukarıya çıkalım dedim ama kim dinler? Alışveriş merkezlerinde iki adım atmaya üşenip yürüyen merdivenlere yapışan insanlar İspanyol Merdivenleri’nden yukarıya çıkacağım diye birbirini eziyor.

Bundan sonra pes edip İstanbul’daki sakin hayatımıza geri dönmeye karar verdik. Bu haftasonu kendime gelmek için İstanbul’un camilerini gezeceğim, haftaya da umreye gidiyorum.