istanbul

istanbul

İzlenimler: Kopenhag

Bir Alman arkadaşım yakında dört hafta sürecek dünya turuna çıkıyor. Frankfurt'ta başlayacak olan yolculuk Johannesburg > Singapur > Şangay > Tokyo > Honolulu > Anchorage > Vancouver > San Francisco > Frankfurt güzergahında sürecek. İmrenmedim desem yalan olur. Benim bu turu yapabilmem için bir sponsora ihtiyacım olduğu kesin. Sponsorumu bulana kadar daha mütevazi geziler yapmam gerektiğinden en iyisi size bir süre önce işim gereği yolumun düştüğü Kopenhag'dan biraz bahsedeyim.

İki milyona yaklaşan nüfusu ile Kopenhag, Avrupa'nın bu köşesinde kendine has bir cazibe merkezi olmuş. Şehir, güneyinden Almanya'ya komşu olan Danimarka ana karasında değil, iki adanın üzerinde kurulu. Hemen doğusu ise Oresund boğazı ve boğazın öte yakası İsveç. Boğaza yapılan Oresund köprüsü Kopenhag ile İsveç'in Malmö kentini birbirine bağlıyor.

Karakterli bir kent olan Kopenhag soğuk kuzey denizini kanallar ile içine çekmiş. Şehrin en renkli köşelerinin başında canlı Nyhavn rıhtımı geliyor. Biraz karlı ve sonradan bolca yağmurlu bir günde şehri gezdim ve işte bu havayı yansıtan ilk fotoğrafı sunuyorum.


Nyhavn'ın güzel binaları ve rıhtıma yanaşmış geleneksel tekneler. Güneşin pek cömert olmadığı bu coğrafyada eksik olan renkleri Danimarkalılar rengarenk binalar yaparak tamamlamaya çalışmış. Nyhavn'ın diğer tarafının görüntüsü bu tesbiti iyice pekiştiriyor.


Vahşi Kuzey Denizi'nin bu korunaklı limanında buz gibi havaya rağmen restoranlar, cafe'ler masalarını açık havaya kuruyorlar. Özellikle Nyhavn çevresi bu tür mekanlarla dolu. Hani insanın şöyle bir güzel, kenardaki masaya kurulup yemeği ısmarlaması geliyor içinden ama siz siz olun bu görüntüye aldanmayın.


Yukarıdaki resme bakarsanız masaların üzerinde servislerin hazır olduğunu görürsünüz. Kendine güvenen varsa oturup garsonu çağırsın.

Şehir merkezinin doğusu denizden içeriye doğru giren kanal tarafından kesiliyor. Bu ana kanalın daha dar yan kanalı ise Gammel Strand olarak güzel binalar ile sıralanmış. Düzenli geniş caddeleri olan şehrin en büyük özelliklerinden biri tam anlamıyla çevreci olması. Danimarkalılar bizim için ütopik kalacak pek çok açıdan "yeşil" bir şehir yaratmışlar. Gayet rahat akan trafikten şikayetçi olmaları bizleri ancak gülümsetebilir. Gammel Strand çevresinde dolaşırken bunları düşünmeden edemedim. Aklıma gelen başka bir konu da binaların ilham vermiş olabileceği bir icat ile ilgiliydi. Havanın grisine inat kırmızı binalar yanyana Lego evler gibi sıralanmış diye düşününce birden Lego'nun bu topraklardan çıktığını anımsadım. Öyle ya, dünyanın bu en meşhur oyuncağını icat eden kişi herhalde bu binaları benden çok seyretmiştir!


Yukarıdaki resimde Gammel Strand'a bakınca bana hak verirsiniz sanırım.

Lego, 1890'larda Danimarkalı marangoz Ole Christiansen tarafından tahta bloklardan üretilmeye başlanmış. 1950'lerden itibaren plastik kullanılmış ama Lego ismi değişmeden o zamanlardan günümüze devam etmiş.

Bu küçük ülkeden çıkan en meşhur kişi herhalde masalları ile nesilleri büyüten Hans Christian Andersen'dir. Ancak durun, masalcı Andersen'e gelmeden önce başka bir Danimarkalıya, Tycho Brahe'ye değinelim. Tycho Brahe 16. yüzyılda yaşamış olan bir astronom. Astronomik gözlemleri ile bir çığır açıp asistanı olan Johannes Kepler'in gök cisimlerinin hareketlerini düzenleyen kanunları şekillendirmesine temel oluşturmuştu. Bu büyük insanın anısına Kopenhag'da güzel bir planetaryum yapılmış.


Yukarıdaki fotoğrafta görülen yamuk çatılı silindirik bina Tycho Brahe planetaryumu. Şehrin hemen merkezinde yer alan bu planetaryumda uzaya bir yolculuk yapabilmek benim için çok heyecan vericiydi. Darısı sizin başınıza!

Kopenhag denilince akla ilk gelen mekan tabii planetaryum değil. Şehrin en gözde mekanlarından biri Tivoli bahçeleri. Botanik bahçesi ile eğlence parkı karışımı bir yer olan Tivoli her daim kalabalık, capcanlı. İçinde pek çok restoran da olan mekana giriş ücretli ve bol kuyruklu.

Tivoli bahçelerinin ana girişi:


Tivoli'den söz açılınca masalcı Andersen'e tekrar dönebiliriz. Yukarıdaki ana giriş kapısının önündeki kurşun asker heykellerini farketmişsinizdir. Andersen'in o hüzünlü masalından esinlenilmiş bu heykeller ile şehrin ana meydanlarından bir olan Kongens Nytorv'da bulunan Danimarka kralı V. Christian'ın heykelini karşılaştırdım ve kurşun asker heykelini çok daha etkileyici, sempatik ve heyecan verici buldum. Siz ne dersiniz?


Zaten hayalperest masalcının ünü adaşı olan koca kralı öyle bir gölgede bırakmış ki, hanginiz V. Christian'ı tanıyor acaba?

Tekrar gezimize dönelim. Hani demiştim ya Kopenhag karakterli bir şehir diye, herhalde artık bana hak vermeye başlamışsınızdır. Bakın şöyle bir sokak manzarası sunayım size. Binaların cepheleri, çatılar, süslemeler...zamana karşı nasıl da kendilerini ortaya koyuyor.


Şehrin merkezi meydanlarından biri olan Grabrodretorv'da sıralanmış binaların harmonisinin oluşturduğu estetik hemen önlerindeki görmüş geçirmiş ağacın bilgeliğine saygı duyarcasına kendisini arka plana yerleştirmiş.


Saatlerce sokaklarda dolaşınca insan yoruluyor. Bir mola verip, güzel bir şeyler atıştırmak için mekan aramaya başlıyorsunuz. Grabrodretorv'da bulunan Huks Fluks çok güzel bir bistro. Hafif, nefis yemekler sunuyor. Doğrusu ben çok beğendim burasının samimi ve rahat ortamını. Kahvemi içerken de bistroyu fotoğrafladım.


Dışarısının aydınlığı, içerisinin loşluğu, çok kolay bir fotoğraf olmadı bu. Bir de etraftaki insanları tedirgin etmeme gayreti var. Kendimce ustalığımı gösterdim işte!

Kahve molasından sonra yine gezintimize devam edelim. Tarihi olarak en ilginç yerlerden bir tanesi de Rundetarn (Round Tower) dedikleri Avrupa'nın en eski rasathanesi. Tycho Brahe'den bahsetmiştim ya, adamlar bu işe kafayı takmışlar bir kere. Rundetarn 17. yüzyılda yapılmış ve günümüze kadar kesintisiz rasathane olarak kullanılmış. Tabii, bugün artık bir müze. Aslında binanın dışı pek estetik sayılmaz ama hangi rasathane estetik ön planda tutularak inşa edilir ki?


Binanın içine girdiğinizde ilginç bir sürpriz sizi bekliyor. Kulenin tepesine çıkan dairesel yol merdivenli değil, basbayağı bir koridor olarak yapılmış. İyi ayarlanmış bir meyili olan yolda yürüye yürüye yedi tur yapınca tepeye ulaşıyorsunuz. Artık rasat imkanı olmadığından Kopenhag'ın çatılarını seyredebilirsiniz. Kulenin içindeki yolu aşağıdaki gibi fotğrafladım.


Rundetarn'ı gezdikten sonra artık adım atacak halim kalmadığından otelime dönüp dinlendim, daha sonra da işimle ilgilendim. Bu yazdıklarımdan çıkaramayabilirsiniz ancak Kopenhag'a iş için gitmiştim. Dünya turu yapamıyorum ama bu gezilerin parasını kim veriyor sanıyorsunuz, çalışmak lazım yani!

Neyse, biz dönelim izlenimimize. Bu yazı Kopenhag'ın bütün yüzlerini içermedi. Mesela küçük deniz kızı heykelini aktarmadım size. Kraliçe'nin sarayını da anlatmadım, ancak pirekare böyle birşey işte. Yarıçapımla sınırlı dairemin dışında kalanlar bir sonraki sefere kadar beklemek zorunda.

Son bir not olarak biraz yeme içmeden bahsedeyim. Rahat bir durak olarak Huks Fluks'tan bahsettim zaten. Daha ciddi bir tecrübe için, buraların özelliği olan deniz ürünleri ağırlıklı Krogs Fiskerestauran'ı ciddi olarak tavsiye ederim. En üst düzey tecrübe için adres belli: Noma. Burası dünyanın en iyi restoranı olarak yerini kimseye kaptırmıyor. Bir masa istiyorsanız yolculuğunuzu planladığınızda hemen rezervasyon yaptırın, tercihan dört, beş ay önceden!