Londra'nın yaklaşık 80 km güneyinde, Manş Denizi kıyısında Britanya'nın en popüler sahil şehri olan Brighton'da gezinelim biraz.
18. yüzyılın sonlarında kral olan 5. George, Londra'dan sıkıldığında soluğu bu küçük şehirde alırmış. Burasını o kadar sevmiş ki kendine kocaman bir ev yaptırmış ve İngiliz sosyetesinin de arkasından Brighton'a akın etmesine sebep olmuş. 1841 yılında Londra-Brighton demiryolu hizmete girince Londralılar sayfiye niyetine buralara gelmeye başlamış.
Bugün Brighton'a gelmenin en kolay yolu yine tren. Londra'da Victoria istasyonundan bindiniz mi, Gatwick havaalanından da geçerek Brighton'a varıyorsunuz ve sizi senelere meydan okuyan güzel bir tren garı karşılıyor.
İşte şehirle ilk karşılaşmamız.
Nüfusu 300.000'in altında olan şehir tamamen sahile odaklandığı için genel manzarayı yansıtacak bir fotoğraf karesi sahilden olacaktır.
Manş Denizinin gelgitleri ile sürekli dövdüğü çok geniş bir kumsala bakan şehrin özetini sunacak bir fotoğrafa buyurun.
Yukarıdaki manzaranın solunda görülen uzun kule bir seyir asansörü. i360 olarak adlandırılan kulenin üzerinde yolculuk eden bir seyir kapsülü tepeden sadece şehri değil, açık havalarda bütün kıyı şeridinin manzarasını görme imkanı sunuyor. Şehrin en önemli caddesi de sahil boyunca, kumsalın hemen üstünde kilometrelerce uzanıyor.
Sahildeki en dikkat çeken yapı ise uzun mu uzun bir iskele. Victoria döneminde kıyı yerleşimlerinde bu tarz büyük iskeleler yapmak moda olmuş. En görkemlilerinden birisi de Brighton merkezine inşa edilmiş. Üzerinde barlar, gezinti mekanları ve hatta bir lunapark var. Brighton Pier olarak adlandırılan yapı karakteristik bir görüntü sunuyor.
Şehrin en büyük yapılarından birisinin bir iskele olması insana tuhaf geliyor ancak bir dönemin eğlence anlayışının zirvesini yansıttığı düşünülürse, böyle iyi korunması ve hâlâ işlevini sürdürüyor olması doğrusu etkileyici. Tatil günlerinde ve hafta sonlarında devasa iskele çok kalabalık oluyor.
Sahilden Brighton Pier'e doğru bir bakış.
Gelin sahilde biraz gezinelim. Kuzey denizlerinin bitmek bilmeyen gelgit döngüsü burada da hemen kendini belli ediyor. Kış aylarında denizin hırçınlığı da bu döngüye eklenince sahili biraz mesafeden seyretmekte fayda var. Ancak yaz döneminde insanlar akın akın geliyor buraya. Kilometrelerce uzanan geniş kıyı şeridi kumdan değil çakıl taşlarından oluşuyor. Bu durum, günlük yaşamda yolunuz her düştüğünde kendinizi sahile vurmanıza imkan tanıyor; ayağım kuma bulandı derdi yok. Öğlen saatlerinde bir porsiyon "Fish and chips" ve bir bardak soğuk bira alıp denize karşı yiyebilirsiniz. Sahil boyunca şezlonglar hizmetinizde.
Çok gözünüzü karartırsanız yüzmeyi bile düşünebilirsiniz ama sanırım bu kadar kuzeyde denize girmek pek bize göre bir şey değil.
Sahil, kumsal, şezlong dediğimizde yanlış bir izlenime kapılmayın. Nihayetinde burası bir şehir ve iş güç peşinde koşan insanlar yaşıyor buralarda. Nitekim kumsalın hemen arkasında şehrin binaları yükseliyor (bakınız baştan ikinci fotoğraf.) Victoria dönemini yansıtan binalar ortamın karakteristik havasını şekillendiriyor.
Sırtınızı denize döndüğünüzde Brighton'ın verdiği pozlardan biri.
Uzun sahilin batı tarafında kumsaldan sonra geniş bir çimenlik alan var. İnsanlara nefes alacak yer bırakmak adına çok iyi bir planlama ile böylesi kocaman açık mekanlar yaratmışlar.
Güzel havalarda sere serpe çimenlere yayılanlar buraların keyfini çıkartıyor.
Yukarıdaki her iki sahil fotoğrafında da i360 kulesi görünüyor. Gerçekten de devasa bir yapı bu. Seyir kapsülünün en tepeye çıkıp inmesi yaklaşık yarım saat sürüyor.
Kapsülün ayna camdan oluşan alt kısmının yansıttığı 360° Brighton manzarasını sunuyorum.
Sahil kısmını gezdikten sonra biraz içerilere gidelim. Denize dik sokaklar ve caddeler çok güzel mimari manzaralar sunuyor. Yine Victoria tarzı mimarinin şekillendirdiği eski ama çok iyi korunmuş az katlı binalar bir bütünlük içinde uyumlu bir şehir dokusu oluşturuyor. Tabii, arada illa çirkin bazı "modern" yapılar var ancak bir bütün olarak değerlendirdiğinizde geçmişin bugüne nasıl keyifle uzandığını hemen hissediyorsunuz.
Dolaşması keyifli yerlerden birisi de The Lanes bölgesi. Daracık sokaklar ve geçitlerle örülü bölge hem alışveriş hem de yeme içme için cazip alternatifler sunuyor. Buralarda gece hayatı da çok canlı ama küçük bir uyarı: Britanyalılar gecenin ilerleyen saatlerinde sarhoş olmaya ve bağıra çağıra sohbet etmeye çok meraklı. Hele hafta sonları, geç saatlere kadar insanlar barları tıka basa dolduruyor.
Biz yine dönelim The Lanes'in sokak aralarına. Buralarda gezinip, yorulup ve acıktığınızda Kuzey Denizinin lezzetlerinden tatmamak olmaz. Britanya mutfağının genel durumu herkesin malumudur, Dünya'nın en zayıf mutfaklarından birisi. Buna rağmen Manş Denizinin sunduğu taze lezzetlerin, hemen karşı kıyıdaki Fransız tarzı ile aynı kulvarda olmasa da dikkate değer olduğunu vurgulamak gerekir.
Buyurun The Lanes sokaklarına.
Şehrin tam merkezine çıkan caddelerden birisi de North Street. Bu caddeyi takip ettiğinizde Jubilee Clock Tower denilen saat kulesinin olduğu küçük bir meydana çıkıyorsunuz. Meydanın bir köşesinde Waterstones adlı beş katlı harika bir kitapçı var. Böyle küçük bir şehirde bu kadar büyük bir kitapçı görmek insanı şaşırtıyor.
Karakteristik mimarisi ve otobüsleriyle North Street.
Brighton sokaklarında dolaşırken eninde sonunda yolunuzun önüne düşeceği uyumsuz mimari tarzı ile sizi şaşırtacak kocaman bir bina var: Royal Pavilion, yani Kraliyet Köşkü. Yazının başında kral 5. George'un şehri meşhur ettiğinden bahsetmiştim. Burasını çok sevince kral hazretleri kendisine kalacak bir yer yaptırmaya karar veriyor ve mimar John Nash'i bu işle görevlendiriyor. Mimarımız da zaten olan bir yapıyı büyütüyor, allıyor pulluyor ve bahsettiğimiz bina ortaya çıkıyor. Gotik Hint tarzı diye de adlandırılan bir karmaşa binanın şeklini belirliyor. Süslü kubbeler, kuleler, minareler kralın da hoşuna gitmiş olmalı ki yeni evine yerleşiyor.
Bir türlü içimin ısınmadığı yapıyı özellikle karşısından çekmemeyi tercih ettim. Böylece biraz daha yumuşatmış oldum görüntüyü kendimce.
Kısaca tanıtmaya çalıştığım Brighton, Britanya'nın insanı şaşırtan, güzel yerleşimlerinden birisi. Şehrin varlığı adeta denizle olan ilişkisi ile şekillenmiş, adeta bir Akdeniz şehri gibi.
Londra'ya trenle bir buçuk saat mesafedeki Brighton, kendine ait yaşam tarzı ile kuzeydeki adanın hoş bir köşesi.
Son bir fotoğraf. Akşamüstü New Stein semtinin binaları ve arkada ucu görülen Brighton Pier.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder