istanbul

istanbul

İzlenimler: Venedik

Dünyanın en sıradışı şehirlerinin başında herhalde Venedik gelir. Mantığa aykırı bir yerleşim olarak Venedik yüzyıllar boyunca ayakta kalmış ve son derece debdebeli zamanlar görmüş, yıldızı söndükten sonra yeni dünya düzeninde tekrar önde gelen bir yer kapmış ve her zaman kendini önemsetmiş.

Sokaklarında, caddelerinde yürünecek yerler yerine su yolları olan, binaların kapılarının bu su yollarına açıldığı bir şehir acaba ne kadar kalıcı olabilir? Tarih boyunca insanlar deniz ile şaka olmadığını acı tecrübelerle öğrenmişler. Öyleyse neden ait olduğumuz yerde, yani karada değil de denizin ortasında bir şehir kuralım ki? Tabii aslında Venedikliler'in bu soruya verecekleri cevap tarihsel başarılarında zaten kendisini ortaya koyuyor. Biraz önce mantığa aykırı bir yerleşim olarak adlandırdım Venedik'i ama elbette bu tuhaf yerleşimin bir mantığı var. Karaya yakın olmasına rağmen aslen kara ile bağlantısının olmaması onu bütün ordulardan koruyor. Dört tarafının deniz ile çevrili olmasına rağmen etrafındaki suların çoğunlukla çok sığ olması ve gelgitten etkilenmesi onu bütün donanmalardan da koruyor. Bu yüzden Venedik, etrafında hiç sur olmamasına ve içinde askeri bir yapılanma bulunmamasına rağmen yüzyıllarca fethedilememenin tadını çıkartmış. Tabii, bu konforun ciddi bir bedeli var: sokaklarınızda kaldırım ve yol yerine su kanalları olunca arada sırada bu su coşup evinizden içeriye giriyor! Venedik bu bedeli ödemiş ve karşılığında zenginlik ve itibar kazanmış.

Ticari ve askeri olarak 12. yüzyılda ulaştığı seviye şehri öyle zenginleştirmiş ki, Venedik büyük devletler ve imparatorluklar ile rahatlıkla aşık atar hale gelmiş. Bu durum yaklaşık üç yüz yıl devam etmiş. Akdeniz'de ve hatta Karadeniz'de çok önemli bir oyuncu olmuş. Adriyatik denizi, Girit ve Kıbrıs, sonradan da Mora yarımadası Venedikliler'in kontrolünde kalmış. Hatta bir aralar Kırım bile kolonileri olmuş. Ege ve Doğu Akdeniz'de ticari imtiyazlar elde etmişler ve Doğu'nun zenginliklerini Avrupa'ya taşımışlar. Yanlış anlamayın, bir ülkeden değil küçücük bir şehirden bahsediyoruz. Hem de sokaklarında sular akan bir şehirden.

Tanımayanlara Venedik'i tanıştırmak için tepeden bir görüntü ile başlayalım. Tahmin edeceğiniz gibi bu resim benden değil Google'dan!


Şehrin önemli bölümünü oluşturan iki büyük parça, ters "S" şeklindeki su yolu ile birbirinden ayrılıyor. Büyük kanal (Canal Grande) olarak adlandırılan bu su yolu şehrin ana caddesi. Venedik'in en önemli yapılarının çoğu bu cadde üzerinde.

Şimdi de bu ana caddeye biraz yakından bakalım. Aşağıdaki fotoğraf Büyük Kanal'ın kuzey ucundan bir görünüm. Fotoğrafı bir yağmur sağanağı durur durmaz çektim.


Görünen büyük yapı San Simeone Piccolo kilisesi. 18. yüzyılda inşa edilen kilisedeki Yunan tapınağı havasını farketmişsinizdir. Venedik'teki pek çok büyük yapıda bu Yunan esintisini (aslında gerçekçi olmak gerekirse "Yunan özentisini" demek gerekir) görmek mümkün.

Yukarıdaki fotoğraf kanalın en kuzeyini gösteriyor. Buradaki semtler Venedik'in göreceli olarak daha fakir bölgeleri. Bir de kanalın en güney ucundan bir fotoğraf koyalım. Buralar daha "havalı" semtler. Aradaki farkı görebildiyseniz ne ala!


Kubbesi görünen yapı Santa Maria della Salute kilisesi. 17. yüzyılda Venedik'i vuran veba salgını sonrası şehir sakinlerinin, kurtuldukları için şükranlarını sunması adına yapılmış. Bu salgında yaklaşık 50.000 kişi yaşamını yitirmiş, şehir perişan olmuş.

Güneyden Venedik'e geldiğinizde Büyük Kanal'ın başında sizi bu kilise karşılıyor.

Bir başını bir de sonunu gördükten sonra artık sıra ana caddenin ortasından bir resimde. Aşağıdaki fotoğraf kanalın en canlı yeri olan Rialto köprüsünden çekilmiş bir manzara.



Bahar ve yaz aylarına özgü bir şekilde, yağmur sonrası bulutların arasından çıkan pırıl pırıl güneşin sebep olduğu güzel ışık böyle canlı bir poz çıkarttı. Şehrin ulaşımında en önemli pay bu kanala ait. Belirli yerlerdeki iskelelere sık sık uğrayan vaporetto'lar belediye otobüsü muadili olarak toplu taşımacılık görevini yapıyor. Tabii, arzu eden taksi botları da kullanabilir. Nostaljik anlar yaşamayı tercih edenler ve yüklü bir ödemeyi göze alanlar için ise gondollar her yerde hizmetinizde.

Binaların herhalde tamamının yüzlerce yıllık olduğu bu ana caddede zamanının varlıklı aileleri kendilerini ortaya koymak adına gayet gösterişli evler inşa etmişler. Ara sokaklara girdiğinizde biraz daha sade bir yapı tarzı göze çarpıyor. Yine de, o kadar özgün bir yer ki burası ara sokak duruluğu bile insanı çarpıyor.

Dolaştığımız şehir kendi tarzını yaratmış, hep başkaları onu taklit etmiş veya ona özenmiş. İçinden kanallar geçen bir şehre hemen Kuzey'in Venedik'i, Doğu'nun Venedik'i gibi yakıştırmalar yapılırken asıl olan bildiği yolda kendi tarzını yaşamaya devam ediyor.


Sular içinde yüzyıllar geçirmenin verdiği yorgunluğu özellikle binaların alt katlarında görmek mümkün. Sürekli rutubete maruz kalmak, zaman zaman yükselen suyun baskınlarına direnmek hiç de kolay değil. Gördüğünüz bütün binaların tahta kazıklar üzerinde yükseldiğini de unutmayın. Buralarda sağlam toprak hiç yok. Buna rağmen bildiğimiz pek çok şehirden daha eski bir geçmişi olduğunu düşündüğümüzde Venedik'in çekiciliği daha da artıyor.

Şehrin içinde gezerken yolunuz eninde sonunda San Marco meydanına (Piazza San Marco) düşüyor. Venedik'in en büyük meydanı burası ve bir yanını San Marco bazilikası kaplıyor. Sadece Venedik'in değil, bütün Avrupa'nın en değerli yapılarından birisi kabul ediliyor bu bazilika. (Burada küçük bir not düşelim: Bazilika aslen Yunanca bir kelime. Roma İmparatorluğu üzerinden Hristiyan kültürüne taşınmış ve kısaca, Papalık tarafından özel haklar verilmiş çok önemli kilise anlamına geliyor)

Bazilikanın hemen bitişiğinde Dükalık Sarayı (Palazzo Ducale) yer alıyor. Bu görkemli yapı 9. yüzyılda inşa edilmiş ve 14. yüzyılda bugünkü halini almış. Bu saray ve komşusu bazilika  tam bir doğu-batı sentezi tarzını yansıtıyor. Doğu ile kastettiğim esas olarak Bizans tarzı.

Meydanın aşağı yukarı ortasında kare kesitli yüksek bir çan kulesi var. Meydanı şekillendiren diğer binalar ise dikdörtgen bir formda bugün müze, cafe ve mağazaları barındırıyor.  Çan kulesinin tepesinden sırtınızı bazilikaya döndüğünüzde göreceğiniz manzara hem bu binaları hem de Venedik'in genelini size sunuyor.


Bu manzarada binalar arasındaki kanallar görünmediğinden Venedik "normal" bir şehir gibi duruyor.

San Marco meydanında üç tane çok şık café var: Florian's, Quadri ve Lavena. Özellikle akşamları, turist kalabalığı çekildiğinde bunlardan birisini ziyaret etmek iyi bir seçim olur.

Meydanın büyük kanala bakan yanındaki rıhtıma parketmiş gondollar, sütun üzerindeki Aziz Markos (San Marco) aslanı ve bin bir milletten turistler tipik bir Venedik görüntüsü oluşturuyor.


Şimdi biraz bazilikaya odaklanalım. 11. yüzyılda inşa edilmiş ancak seneler içinde sürekli yenilenip, değiştirilmiş. Venedik, doğunun zenginliklerine sahip çıktığından ve kültürel olarak doğu ile batının kendisinde birleştiğini kabul ettiğinden kendi görkemini ifade eden yapılarda bu iki tarzın sentezini bol bol kullanmış. Aşağıdaki bazilika detayı bu sentezi ortaya koyuyor.


Süslemeler, mozaikler, kemerler, kuleler batı tarzında bir binanın üzerine yapılmış doğu dekorları gibi duruyor. Fotoğrafın sol alt köşesinde görünen at heykelleri 1204 yılında Konstantinopolis'den -yani İstanbul'dan- getirilmiş. Daha doğrusu getirilen orjinaller kilisenin içinde duruyor, replikaları da binanın dışına yerleştirilmiş. Binanın içine girdiğinizde ise doğu esintisi birden hakim görüntü halini alıyor. Dışına göre çok daha sade olan iç mekan bir Bizans kilisesi görünümünde.


Bazilikayı gezmek için uzun kuyruklarda zaman kaybetmek istemiyorsanız internette önceden rezervasyon yapılabildiğini hatırlatayım; yoksa saatlerce içeri girmek için bekleyebilirsiniz.

Bu ruhani havayı soluduktan sonra tekrar Venedik'in sokaklarına kendinizi attığınızda yorgun düşene kadar yürümenin, daracık sokaklarda ve köprülerde kaybolmanın bu şehri anlamanın en güzel yolu olduğunu söyleyebilirim. Arada yolunuz tekrar büyük kanal kıyısına düştüğünde farklı manzaralar sizi bekliyor olacak. Bunlardan birisi de San Giorgio Maggiore.


Bu küçük adacığa kurulmuş olan manastır ve 16. yüzyılda yapılmış olan aynı adlı kilise hemen önündeki yat limanı ile tezat bir görüntü oluşturabilir ancak günümüzde bu yapı bir müze ve sanat vakfına ev sahipliği yaptığı için kuruluş amacından ayrı bir işleve sahip.

Gezdik, tozduk, yorulduk. Bir parça dinlenmek ayaklarımıza iyi gelir. San Marco meydanının yakınında büyük kanal kenarında Venedik'in en meşhur bar-bistro'su olan Harry's Bar var. En popüler olandan uzak durma saplantısına sahip olduğum için sizi bu mekanın hemen karşısındaki Monaco & Grand Canal otelinin café'sine davet ediyorum. Güzel bir Chianti Classico yudumlarken hemen önünüzdeki gondol iskelesinin hareketini seyretmek bütün yorgunluğunuzu alacaktır.


Arkadaki büyük kilise yazının başlarında değindiğim Santa Maria della Salute.

Gondol gezisi yapmak için sıraya giren müşterilerin çoğu bir şişe şampanya ve plastik bardaklar ile gondoldaki yerini alıyor. Akordeon eşliğinde aryalar söyleyecek bir şarkıcıyı gondola çağırmak da çok popüler. Bu ulaşım aracının çok estetik olduğu bir gerçek. Kendine has tekniğiyle tek kürek ile yol alan gondolllar bugün sadece turistik amaçlı kullanılıyor. Yine de, Venedik'in her yerinde gondolları görebildiğiniz için sanki ulaşımın temel yöntemlerinden birisiymiş hissine kapılıyorsunuz.

İşte bir Venedik sokağı ve müşterisini bekleyen gondol.



Daha önce dediğim gibi, Venedik'i keşfetmenin en güzel yolu, plan yapmadan dar sokaklarda kaybolup gitmek. Saatlerce bu şekilde dolaşabilirsiniz. Yorulduğunuzda dinlenecek bir yer bulmak veya acıktığınızda lezzetli yemekler sunan bir restoran belirlemek pek sorun olmuyor. Geziniz bitip, tekrar kendi şehrinizdeki hayatınıza döndüğünüzde hafızanızda kalacak bir tutam Venedik kokusunu pekiştirmek için yorulana kadar sokaklarda gezmek lazım.

Bir sokak manzarası daha. Üstelik burada kaldırım da var!


Dar sokaklarda gezinirken birden karşınıza çıkabilecek olan çarpıcı sürprizlerden birisi de San Pantalon kilisesi. Dışarıdan baktığınızda tuğla kaplı düz cephesi ile son derece sıradan bir görüntüsü olan bu sokak arası kilisesi içine girdiğinizde sizi bir anda etkisine alıyor. Daha önce hiç görmediğim tarzda bir tavan freski inanılmaz bir derinlik etkisi ile insanı büyülüyor. Tavanı taşıyan sütunların bitiminden itibaren başlayan fresk, dikey yüzeyleri de içine alarak bombeli tavana ulaşıp bütün kiliseyi kaplıyor. 17. yüzyılda inşa edilmiş olan bu kilisenin tavan freskini yapan ressam Antonio Fumiani resim tamamlanmak üzereyken tavana uzanan iskeleden düşüp ölmüş. Hayatını vererek yarattığı eser ise neyse ki hiç bozulmadan yerinde duruyor.


Binanın içine giren ışığın elverişsizliğinin de etkisiyle bir türlü istediğim gibi fotoğraflayamadım bu muhteşem tavanı. Sonunda yukarıdaki resim ile yetinmek zorunda kaldım.

Daha tipik bir Venedik eseri görmek için büyük kanalda bir vaporetto ile dolaşıp, birbirinden gösterişli cepheleri ile zamanının varlıklı tüccar ailelerinin evlerini gözlemleyebilirsiniz.


Ca d'oro (altın ev) gotik süslemeleri ile insanı şaşırtan bir yapı. Şaşırtan diyorum, çünkü sonuçta bir ev burası.

Venedik'in en güzel anları galiba güneş battıktan sonra yaşanılıyor. Gece çok aydınlık bir şehir değil bu su dolu mekan. Dar sokaklar genellikle az aydınlatılmış ancak bu bir güvensizlik duygusu yaratmıyor; Venedik'te suç oranı -yankesicilik hariç- çok düşük. Geceleri rahat rahat loş, ıssız sokaklarda gezinebiliyorsunuz. Hatta gündüz ortalığı dolduran turistlerden sonra geceler çok daha otantik geliyor insana (Venedik'i ziyaret eden turistlerin çoğu günübirlikçi, sabah gelip, akşam otobüslerine veya trene doluşup gidiyorlar) Restoranların akşam yemeği saatlerinde hep dolu olduğunu ise belirtmeliyim. Rezervasyon yaptırmakta fayda var. Yemek sonrası yolunuz San Marco meydanına düşerse - ki düşmesini tavsiye ederim- daha önce bahsettiğim üç meşhur café'den birisinde oturup küçük orkestranın çaldığı güzel nağmeler eşliğinde limoncello'nuzu içip, bu güzel şehrin size yaşattığı farklı tecrübenin iyice keyfine varın derim.


Venedik gerçekten görmeğe değer bir şehir. Çok farklı olduğundan belki de hiç sevmeyebilirsiniz. Yine de size yaşatacak pek çok güzelliği olduğunu kabul edersiniz sanırım.


Hiç yorum yok: