KiTNOS
Doğuya bakan Lavrio'dan yola çıktığınızda sadece bir buçuk saatlik bir seyir ile Kea adasına ulaşıyorsunuz. Dış turizmin fazla bilmediği, daha çok Atinalılar'ın sayfiyesi olarak ün yapmış bir ada burası. Fazla kalmadık, biraz yüzme ve kısa bir öğle yemeği molasından sonra asıl hedefimiz olan Kitnos (Kithnos) adasına dümen kırdık. Kitnos'un kuzeydoğusunda bulunan Loutra limanına akşamüstü vardık. Küçücük bir yerleşim burası. Herşey 1970'lerden kalma gibi duruyor. Ada kültürünün önemli özelliği olan yavaş akan zaman burada ilave olarak güncellikten de kopmuş. İstanbul'un deli dolu ritminden sonra Kitnos'un yavaş akan zamanı bize nasıl iyi geldi anlatamam.
İşte Loutra. Bugüne ait ne var bu fotoğrafta?
Teknemizi bağlayıp sahildeki bir cafe'de Poseidon'a şükranlarımızı sunduktan sonra etrafı keşfe çıktık. Adanın en ilginç özelliği kıyıdan beşyüz metre kadar içeride yerden çıkan kaynak suyu. Volkanik yapı yüzünden çok sıcak olan su, uyduruk bir kanal ile kumsala ve sonrasında denize ulaşıyor. Serin Ege suyu ile karışınca denizin içinde ılık bir termal banyo imkanı oluşuyor. Sudaki zengin demir içeriği aktığı yerlerde paslı demir görüntüsü veriyor.
Ilık suda gevşeyip yüzdükten sonra yavaş yavaş (doğal olarak!) akşam yemeği mekanımızı seçme faaliyetine giriştik. Kumsala konulmuş masaları ile son derece basit ancak sıcacık bir tavernayı gözümüze kestirip harika bir yemek yedik. Yemek öncesinde, taverna sahibi şaşkın bakışlarımız altında elini denize daldırıp kocaman bir kalamar yakaladı. Güzel deniz mezeleri eşliğinde geç saatlere kadar süren sohbet sonunda Kitnos akşamını bitirdik. İşte sahildeki tavernamız.
Ertesi sabah güzel bir kahvaltı ve yüzmeyi takiben adadan ayrıldık.
SiROS
Kiklad adalarının idari ve ekonomik merkezi olan Siros (Syros) adasına öğleden sonra vardık. Adanın merkez yerleşimi olan Ermopoli bizi biraz şaşırttı. Adını haberci tanrı Hermes'ten alan Ermopoli, genel ada ölçeklerine göre neredeyse bir metropol havasında. Nüfusu 10.000'den fazla olan bu şehircik yoğun araç trafiği, tersaneleri, ticari limanı ile diğer bütün Ege adalarından farklı bir manzara sunuyor. Bir zamanlar Pire limanından bile daha önemliymiş haberci tanrının şehri. Genel manzara aşağıdaki gibidir.
Sahildeki cafe'lerin birinin önüne kıçtan kara yanaştık ve kendimizi yoğun (!) şehir temposunun içinde buluverdik.
Ortaçağdan itibaren Sicilyalılar, Araplar, Venedikliler ve Osmanlılar tarafından ele geçirilen adanın hareketli bir geçmişi var. 300 yıla yakın Venedik yönetiminden sonra Osmanlılara geçen ada, diğer bazı Ege adaları gibi imtiyazlı bir konum kazanmış ve neredeyse özerk olarak varlığını sürdürmüş. Öyle ki, Siroslular 1820'lerdeki Yunan isyanına katılmayı reddetmiş ve uzun süre nötr bir konumu benimsemişler.
Gelin Ermopoli sokaklarında biraz dolaşalım. Ne kadar kendi çapında bir metropol benzetmesi yapsak da sonunda ada kültürünün ve tarzının genetik yapısını her yerde görüyorsunuz. Aşağıdaki şu güzelim sokağa bir bakın. Özel çabalar sonucu bulmadım bu kareyi, tipik bir Ermopoli sokağı bu.
Merkez olan Belediye meydanına çıktığınızda ada ölçeğinde daha şehirli binalarla karşılaşıyorsunuz. Mesela şu bina ve önündeki yol basbayağı şehir boyutlarında, ne dersiniz?
Biraz tepelere doğru yol aldığınızda karşınıza bir katedral bile çıkıyor. Aziz Nikola katedralinin dış görünüşü bana ilginç geldi. Mimari bir tarz ise ismini cismini bilmiyorum ancak köşeli yapı stili ve köşeli sütunların varlığı estetik bir görüntü oluşturuyor. Girişteki İyon nizamı yuvarlak sütunlar ise yapının bütünlüğünü bozmuş bence. İlla geçmişe bir referans gönderilecek ve o da bize ait denilecek!
Yine de güzel bir bina adanın küçük katedrali.
Hazır tepelere çıkmışken objektifimi limana çevirdim ve günbatımının yumuşak tonlarında Ermopoli'nin genel görüntüsünü biraz zoom yaparak yakaladım.
Deniz kenarındaki güzel cafe ve restoranlara ilaveten sokak aralarında da şaşırtıcı lezzet mekanları barındıran Ermopoli'de bir gece kaldıktan sonra tekrar yola koyulduk.
MiKONOS
Bütün Ege adaları içinde en şöhretlilerinden birisi olan Mikonos bizi sert rüzgarlar eşliğinde karşıladı. Adanın ana yerleşim yeri olan Chora (diğer adıyla Mykonos Town) canlı gece hayatı ve rahat ortamıyla farklılığını belli ediyor. Kasabanın hemen dışında yapılan ticari liman ve bitişiğindeki marina deniz yoluyla geldiğinizde adaya çıkış noktanız. Chora'ya mesafe yürüyüş için fazla olduğundan otobüs beklemek veya bizim gibi biraz da adayı gezmek amacınız var ise araba kiralamak gerekiyor.
İşte Chora'nın merkez sahilinin manzarası. Tipik Ege mimarisi, renkli çatılı küçük kilise ve cam gibi bir deniz.
Kasabanın daracık, labirent benzeri sokakları tam bir bilmece gibi. Zamanında korsanlar saldırdığında çabuk ilerleyemesinler diye özellikle karmaşık bir yapıda yapılan yerleşim bugün sokaklarında dolaşırken sizi sürekli şaşırtıyor.
Bu karmaşık yapıyı gün batımında tepeden fotoğrafladım.
İki-üç kişinin yanyana zor geçebildiği bu sokaklar bazen sizi güzel bir meydana çıkarıyor. Aşağıda Mikonos ölçeğinde ciddi bir meydan görüyorsunuz.
Kasabanın en turistik mekanlarından biri sahilde bulunan Mikri Venetia (Küçük Venedik). Neden bu isimle anıldığı aşağıdaki fotoğrafta anlaşılır sanırım. Mikonos'un efsanevi gün batımını seyretmek için en güzel yer kesinlikle burası. Akşam yemeği öncesi bir içki almak için turistlerin akınına uğruyor Ege'deki Venedik.
Küçük Venedik'te zamanlamayı doğru tutturursanız Frappe'nizi veya kokteylinizi yudumlarken seyredeceğiniz gün batımı aşağıdaki gibidir. Ege gerçekten tanrıların oyun alanı. Bu manzarayı ayarlayan hangi antik tanrıdır emin değilim ama Poseidon'un izni olmadan bu güzelliğin varlık bulamayacağına eminim.
Bir de teknemizin fotoğrafını göstereyim. Aşağıdaki resimde soldaki tekne yelkenlimiz Amelie. Sabah gün başlarken, kiraladığımız araba olan muhteşem kırmızı canavar teknemizin tam yanında park halinde. Böyle konfor hangi marinada mümkün olabilir? Ekip yeni güne hazırlanıyor, fotoğrafçınız ise makinesi elde çoktan işbaşında. Günün ilk turist gemisi de limana yanaşmış bile.
Adanın geri kalanından da biraz bahsedeyim. Mikonos mükemmel kumsallarıyla da ün yapmış bir ada. Bazı koylarda özgür tercihlerin ortaya çıktığını görüyorsunuz. Gay'lerin tercihi olan Paradise Beach'lerden çıplaklar kampına ayrılmış bölgelere kadar her türlü serbestlik bulunabilir Mikonos'ta. Yanlış bir izlenime kapılmayın, ortalık bir cinsel özgürlük sahnesine dönüşmüş gibi değil ancak dileyene her çeşit yaşantı imkanı mevcut.
Aşağıda adanın güzelim sahillerinden birinin fotoğrafı var, davetkar değil mi?
Chora'ya çok yakın bir koy olan Platis Gialos, sahile dizilmiş güzel otellerin mekanı. İki katlı, geleneksel mimarili bu oteller ve altlarındaki barlar, restoranlar ve tabii şahane bir deniz bu koyu adanın en gözde konaklama mekanı yapıyor. Platis Gialos'ta güzel bir otel (adı Lady Anna) ve kumsaldaki barının gün batımındaki dingin hali çok hoşuma gitti.
Mikonos'a ait son fotoğrafım Chora'nın havadan görüntüsü. Bunu nasıl çektiğimi söylemeyeceğim, merak edin biraz. Dikkatli bakarsanız adanın meşhur yel değirmenlerini de görebilirsiniz. Değirmenlerin sahilden görünüşünü panorama olarak Kareler: Mikonos başlığında yayınlamıştım.
Mikonos'tan sonra ziyaret ettiğimiz iki Kiklad adasını daha yazacağım. Yazı biraz uzadığından ikiye böldüm.
Ege'nin güzelliklerini aktarmak boynumun borcu.
Devamı...