İstanbul'un son yıllardaki korkutucu dönüşümü sınır tanımaz bir şekilde devam ediyor. Pirekare'de etrafımdaki güzellikleri yansıtmayı hedeflememe rağmen kendi şehrimin haline kayıtsız kalmak mümkün olmuyor.
Uçakla İstanbul'a yaklaşırken fotoğraf makinemi hep elimde hazır tutmaya gayret ediyorum. Yine böyle bir yakın zamanlı seyahat ertesinde iki kıtalı şehirde inişe geçtiğimizde aşağıdaki fotoğrafı çektim. Uçağın camının çok kirli olması ve ışık koşullarının olumsuzluğu nedeniyle teknik olarak iyi bir resim olmadı ancak bir zamanlar şehrin sakin bölümü olan Anadolu yakasının günümüzdeki halini göstermek adına yayınlıyorum. Fenerbahçe burnu ve Kalamış koyundan başlayıp, Selamiçeşme, Göztepe, Kozyatağı ve Ataşehir'e doğru uzanan manzara korkunç bir betonlaşmayı gözler önüne seriyor.
Bu irrasyonel gidişatın içinde güzellikler bulmak çabasına aralıksız devam etmek zorundayız. Neyseki Boğaz'ın mavi suları bize hala hoş manzaralar sunuyor. İstanbul'da yaşayanlar da kalan bu sınırlı keyif bölgeleriyle idare etmek zorunda.
Yukarıdaki resmi dengelemek çabasıyla daha masum ve yerel görünen aşağıdaki kareyi sunuyorum.
İstanbul direnmeye devam ediyor, ancak nereye kadar?
Güncelleme: İstanbul'un kendine has dokusuna ait bir fotoğraf daha ilave etmek istedim. En üstteki görüntüyü dengelemeye yardımcı olması için yayınlıyorum bunu. Düzensiz görünse de Karaköy'ün bu hali İstanbul'un özünü anlatmaya yardımcı oluyor.
Bütün karmaşasına rağmen 21. yüzyılın arsız devasa binaları ile örülmüş dokudan farklı, yerel bir görünüm bu. Batan güneşin pembeleştirdiği beton binalar herşeye rağmen egzotik bir manzara sunuyor.
Sanırım yakın gelecekte bu dokuyu bile arar olacağız İstanbul'da.