istanbul

istanbul

Kareler: Berlin

İşim gereği oldukça sık Almanya'ya gitsem de yolum hiç Berlin'e düşmemişti. Sonunda, yazdan kalma bir sonbahar gününde Berlin'i kısacık da olsa ziyaret etme fırsatım oldu.

Değişik bir şehirde olduğunuzu hemen hissettiriyor Berlin. Bir kere, kesinlikle tipik bir Alman şehri değil burası. Çok kültürlü ve çok uluslu bir havası var. Doğu ile Batının ilk birleştiği zamanlarda şehrin iki yarısının net bir şekilde farklı dokulara sahip olduğunun anlaşıldığı söylenir hep. Bugün ise aradaki fark iyice bulanıklaşmış. Bunun olabilmesi için büyük bir çaba ve tabii para sarfedildiği hemen belli oluyor. Hem geleneksel hem de aşırı modern mimarinin yan yana kendini gösterdiği, geçmişin sayfalarının gayretkeş bir şekilde kapatıldığı bir şehir burası.

Yine de, kendini inkar etmiyor Berlin. Turistik bir kartpostal gibi de olsa bölünmüş geçmişini utangaç bir şekilde ortaya koymaktan geri durmuyor.

Berlin'in en merkezi meydanlarından biri olan Potsdamer Platz'da bir zamanlar şehri ortadan ikiye bölen duvarın kalıntıları sergileniyor.


Duvar parçalarının arkasında yükselen dev binalar neyin galibiyetini ifade ediyor, yorumunu size bırakıyorum.

Meydanın hemen kuzeyinde Almanya'nın en önemli sembollerinden biri olan Brandenburg kapısı bulunuyor. 18. yüzyılda yapılmış olan yapı soğuk savaş döneminde ülkenin bölünmüşlüğüne işaret ederken bugün birliğini ve başarısını temsil ediyor.

Brandenburg kapısının, tam karşıdan simetrik olmayan görüntüsünü sunuyorum.


Berlin duvarının yıkılmasının ardından iki tarafın homojenleştirilmesi ve yeni Almanya'ya örnek olabilmesi adına muazzam bir şehircilik faaliyeti yapılmış. Binaların cepheleri giydirilmiş, bazıları yıkılıp yeniden yapılmış, güvenlik alanları şehrin dokusuna katılmış, caddeler, sokaklar yeniden şekillendirilmiş ve ulaşım ağı bütünleştirlmiş. Tarihsel doku olabildiği kadar korunurken bir yandan da Berlin'i yeni dönemin yönetim merkezi yapmak adına modern bir tarzda yeniden inşa etmişler.

Şehrin ortasından geçen Spree nehrinin kıyılarındaki modern mimari ne demek istediğimi anlatır sanıyorum.


Modernitenin insanı bir parça ezen yukarıdaki görünümünün yanında, sahip çıkılan geçmişin sıcak görüntüsü hoş bir tezat ve güzel bir denge oluşturuyor. Geçmiş ve geleceğin bu kadar uyumlu beraberliğine çok rastlanılır olmasa gerek. Nehrin bir önceki fotoğraftaki görüntüsünün hemen yanıbaşında aşağıdaki atmosferin olması insanı şaşırtıyor doğrusu.


Bu fotoğrafı çekmek için mecburi bir mola verince soğuk bir bardak bira içtiğimi tahmin etmişsinizdir herhalde. Ne de olsa Almanya'dayız; susayınca insanlar su değil bira içiyor burada.

Aynı Paris gibi, Berlin de bir nehirle ortasından bölünmüş ve nehrin ortasında küçük bir ada bulunuyor. Müze Adası olarak adlandırılan bu bölgede adının işaret ettiği üzere yan yana bir sürü müze var. Benim için içlerinde en ilgi çekici olan Pergamon müzesiydi. 19. yüzyılda Osmanlı topraklarında yapılan arkeolojik kazılarda bulunan pek çok eser ve hatta komple binalar bu müzede nefis bir şekilde sergileniyor. Aslında bu müze başlı başına detaylı bir yazıyı hakediyor ama şimdilik aşağıdaki fotoğraf ile yetineyim.


Ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım. Hakikaten, Berlin'e gelip de burasını görmemek olmaz.

Kısa bir Berlin ziyaretinin karelerini sundum size. Gerçek bir "izlenimler" yazısı için malzemem oluşmadığından bununla yetiniyorum şimdilik.

Bu arada, Berlin ziyaretim sırasında fotoğraf makinem yanımda olmadığından yukarıdaki fotoğrafların tamamını LG cep telefonum ile çektim. İlerleyen teknoloji işimizi kolaylaştırıyor gerçekten.


Hiç yorum yok: