Fransızcanın bir şaşırtmacası olarak karmaşık yazılışına rağmen basitçe "Bordo" diye okunan şehir ve geniş çevresi Dünyanın en önemli şarap bölgelerinin başında geliyor. O kadar ki, şehrin adı şarabın rengine isim olmuş. Bordo rengi dediğimizde hepimiz ne kastedildiğini biliyoruz. Bu yöreye yaptığım üç günlük gezinin özetini sizinle paylaşacağım.
Paris'in 600 km kadar güneybatısında, Atlas okyanusuna yakın Bordeaux şehri Fransa'nın Akitanya bölgesinde, Garonne nehrinin kıyılarında yer alıyor. Tipik okyanus iklimine sahip. Akdeniz ikliminin benzeri olan okyanus ikliminin en önemli farkı yazların da yağışlı geçmesi. Malum, Akdeniz ikliminde kışlar yağışlı, yazlar kuraktır.
Roma İmparatorluğu döneminde serpilmiş, önemli bir merkez haline gelmiş olan Bordeaux neredeyse 2.000 yıldır üzüm üretimi ve şarapçılığın önemli bir merkezi durumunda. Şu anda yıllık şarap üretimi 900 milyon şişenin üzerinde. Muazzam bir rakam bu. Bordeaux şarapları çok ucuz sofra şaraplarından şişesi binlerce Euro değerindekilere kadar geniş bir kalite çeşitini içeriyor.
Göz alabildiğine uzanan üzüm bağları Bordeaux çevresindeki küçük köy ve kasabaların etrafını çevreliyor. Bu küçük yerleşim birimlerinin en tanınmışı ve nisbeten büyüğü olan Saint Emilion tipik bir ortaçağ kasabası. Diyebilirim ki bu bölgede tek bir yer ziyaret edilecekse bu Saint Emilion'dur. Bordeaux'nun 30km kadar doğusunda bulunan bu güzel kasaba Unesco Dünya Mirasına da dahil edilmiş.
Kasabanın bir görüntüsünü size sunayım. Yüzlerce yıldır değişmeyen çehresi ile Saint Emilion.
Daracık sokaklara dizilmiş taş binalardan oluşan Saint Emilion hemen binalarının dibine kadar girmiş üzüm bağları ile kuşatılmış. İnişli çıkışlı sokakların açıldığı kasabanın merkezindeki meydanı kaplayan cafe'ler turist kafilelerini ağırlamak için durmadan çalışıyor. Dünyanın her köşesinden turistlerin sokakları aşındırdığını söylemeye gerek yoktur sanırım.
Şarap içmenin gündelik yaşamın ayrılmaz parçası olduğu bu diyarda ortalıkta dolaşan sarhoşları gözünüzün önüne getirirseniz çok yanılmış olursunuz. Ciddi bir kültürün kendisini yansıttığı bölgede şarap sarhoş olunacak değil saygı duyulacak bir ürün.
Saint Emilion'daki bir şarap mağazasının fotoğrafını kapısının önünden çektim.
Gelelim bütün bu cazibeli faaliyetin öznesi olan üzümün kendisine. Bordeaux çevresinde çok çeşitli üzümler yetiştiriliyor. En başta gelen ise Merlot. Şarap üreticilerinin tamamına yakını kupaj olarak yani farklı üzüm türlerini karıştırarak şarabı üretiyor. Genellikle iyi şaraplarda içerdiği üzümleri etiketine yazmak adeti yok. Nihayetinde, siz o markanın "lezzetine" para veriyorsunuz. Her üreticinin farklı yılların rekoltelerine göre değişen farklı formülleri var. Genellikle daha ucuz şaraplarda üzüm cinsi ön plana çıkarken daha iddialı olanlarda üreticinin ve köyün adı vurgulanıyor. Saint Emilion dışında Saint Estephe, Pomerol, Margaux ve Pauillac en çok isim yapmış köylerden bazıları.
Saint Emilion'un hemen dışına çıktığınızda karşınızda beliren manzaraya bir örnek sunayım.
Bu manzara Bordeaux şehrini çevreleyen çok büyük bir bölgede sürekli karşınıza çıkıyor. Binlerce üretici bu bağların mahsullerini her yıl yüzmilyonlarca şişe şarap haline getiriyor. Son yıllarda ucuz şaraplarda Dünya çapında rekabet arttığından buralardaki üreticilerin de işlerinin zorlaştığı söyleniyor. Daha az miktarlarda satılan yüksek fiyatlı şaraplar ise üreticilerin yüzünü güldürüyor.
Bir de üzümün kendisini görelim. İşte size bağında bir salkım Merlot.
Gelin, gezimize devam edelim. Saint Emilion'un kuzeyinde bulunan Pomerol köyü de kaliteli ürünlerine olan yüksek talep sayesinde bazıları astronomik rakamlara satılan şaraplar üretiyor. Otomobil ile köye yaklaştığınızda çok küçük bir yerleşime varmak üzere olduğunuzu hissediyorsunuz. Gerçekten de böyle sükseli bir isme sahip olan Pomerol'ün toplam nüfusunun 600 kişi civarında olduğunu öğrenmek beni şaşırttı. Köyün doğru dürüst bir meydanı bile yok.
Pomerol'e yaklaşırken, yoldan köyün genel manzarası.
Sakin, sessiz, durağan bir yaşam sürüyor burada. Nasıl oluyor da bütün Dünyaya şarap gönderiyor burası, şaşılacak şey. Tabii, köyün etrafı diğer köylerde olduğu gibi "Chateaux" yani şato olarak adlandırılan üreticilerin bağları ile dolu. Üreticilerin isimlerinin "şato" ile başlaması da bağ sahiplerinin eski zamanlardan kalan alışkanlıklarla şatovari evlere veya şaraphanelere sahip olmaları. Gerçi, bazı şatolar hiç de şato gibi durmuyor ama isimleri illa "Chateaux".
Pomerol yakınlarında, bağlarının kıyısında bir "şato" fotoğrafı.
Bölgenin en kuzeyinde yer alan Margaux (Margo olarak okunuyor) köyünün mahsulü olan şarapların da bütün Dünyada pek çok meraklısı var. Bağlar arasında kilometrelerce daracık yollardan geçerek ulaştığınız köy sizi çok mütevazi bir görünüm ile karşılıyor. Pomerol ile kıyaslandığında büyücek bir köy bu: nüfusu 1.500 kişi civarında. Küçük bir meydanı ve bir kaç marketi bile var!
Buyrun Margaux'ya...
Köy nerede başlıyor, bağlar nerede bitiyor pek belli değil. Bağlar neredeyse sokakların içine kadar girmiş. Köyün kilisesi ve mezarlığı da bağlarla çevrilmiş durumda. Hemen bir parantez açıp bağdan üzüm kopartmanın hiç hoş karşılanmadığını belirteyim. Buna rağmen, kimseye belli etmeden bir kaç salkım üzüm yediğimizi itiraf etmeliyim.
Dediğim gibi, köyün hemen bitiminden itibaren sonsuz bağlar ufku kaplıyor.
Bağların arasında serpiştirilmiş "Şatolar" ise manzaranın tamamlayıcı
unsurları. Nereye başınızı çevirseniz aşağıdakine benzer bir manzara
görüyorsunuz.
Bazıları gerçekten şato gibi yani!
Teknik bir bilgi daha vereyim. Bu kadar büyük alanlarda hasat nasıl yapılır? Bağların çok büyük bölümünde üzümler makineler ile toplanıyor. Başka türlü bu miktar ile başa çıkılamaz zaten. Değerli bazı üzümler ise eski usül el ile toplanıyor. Hasat zamanı, bağların arasına dalmış, ellerinde kasalar veya sırtlarında küfelerle üzüm toplayanları sık sık görebiliyorsunuz.
Bana asıl ilginç gelen ise makine ile hasat yapmak oldu. Sıraya dizilmiş askerler gibi düzenlenmiş bağların arasına giren kamyon irisi makineler üzümleri olabildiğince hasar vermeden topluyor. Bu işin manzarası da uzaktan şöyle bir şey.
Yine biraz yol alalım. Bordeaux civarlarında dolaşıp da Pauillac'a uğramamak olmaz diye düşünüyordum. Bordeaux şaraplarının kalite sınıflandırmasında en üst seviyeye ulaşmış beş "Chateaux"nun üçü Pauillac köyünden. Premier Grand Cru olarak adlandırılan bu şarapları tadabilmek için yüklü bir ödeme yapmanız gerekiyor.
Bölgenin diğer köyleri ile uyumlu bir görüntü sizi karşılıyor Pauillac'ta: çok mütevazi bir yerleşim. Ancak burada nüfus 5.000 kişi dolayında. Köyün ana caddesi bile var!
Dünyanın en iyi şaraplarından bazılarının üretildiği Pauillac'ı karşınıza getiriyorum.
Ana cadde pek işlek sayılmaz ama iş çıkışı saatlerinde peşpeşe arabaların geçtiği rivayet ediliyor. Gironde nehri kıyısındaki köyün caddesi nehire paralel uzanıyor. Caddenin arkasında da hepsi birbirine benzeyen dar sokaklar var. Başka da birşey yok. Aslında haksızlık etmeyeyim, bir şey var. Köyün ana caddesi üzerinde insana 1960'lı yılları hatırlatan bir sinema salonu var. Artık böyle sinemalar kaldı mı diye düşünmeden edemedim bu güzel binayı görünce. Giuseppe Tornatore'nin 1950'lerin bir İtalyan köyündeki hayatı yansıtan "Cinema Paradiso" filmindeki sinema salonunu andırıyor burası. Zaten adı da aynı şekilde "Cennet sineması"
Sinemanın hemen yakınındaki köyün tek yerel ürünler satan dükkanına girip raflarda dizili şarapların 600-700 Euro'luk etiketlerini gördüğünüzde birden hakkındaki izleniminiz değişiyor. Yaşam mütevazi olabilir ancak şaraplar kesinlikle değil!
Yine düşelim yollara.
Bordeaux etrafında dolanıp da şehrin kendisine uğramamak olmaz. 250.000 nüfusu ile Fransa'nın büyük şehirlerinden olan Bordeaux, tarihsel yapısını koruyabilmiş, genç nüfuslu ve canlı bir şehir. Romalıların önemli bir liman şehri yaptığı Bordeaux, inişli çıkışlı bir tarihe sahip olduktan sonra 18. yüzyılda altın çağını yakalamış. 20. yüzyılın başından itibaren gözden düşmeye başlamış ancak son yıllarda ciddi altyapı yatırımlarıyla tekrar ayağa kalkmış.
Garonne nehri ile denize bağlanan şehir, nehir kıyısındaki semtleri ile estetik bir görüntü oluşturuyor.
Bu kadar sözden sonra işte size bir Bordeaux manzarası.
Nehir kenarındaki eski antrepolar ve ticari binalar özenle yenilenmiş ve şehrin karakteristik görünüşünü oluşturmuş. Yeme içme seçenekleri çok bol, sosyal hayatı canlı bir şehir burası. Tabii, sonuçta nüfusu sadece 250.000 kişi olan bir yerden bahsediyoruz. Buna rağmen kültürel altyapısı yerleşmiş, şehir yaşantısı olarak farklı seçenekler sunabilen bir yer olmuş.
Şehrin ana meydanlarından birinde bulunan Grand Theatre dediklerimi somutlaştırabilir belki.
Bordeaux'ya sadece bir öğleden sonramı ayırabildim ancak bu sürenin şehir hakkında fikir sahibi olmak için yeterli olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta, bu gezimin amacı Bordeaux şehrinden çok çevresindeki şarap bölgesini görebilmekti.
Bu gezi notlarını bitirmeden önce konaklamadan da bahsetmek istiyorum. Bütün gezi boyunca Saint Emilion'a 12km mesafede bağların arasında La Maison Laurencine isimli bir ev-otelde kaldık. Toplam dört odası olan ev aynı zamanda evsahibinin de yaşadığı yer. Bütün şarap bölgesinde bu şekilde pek çok konaklama tesisi var. Tertemiz bir mekan, çok özenli eşyalar ve mobilyalar ile içten bir ikramın eşlik ettiği evde bütün bu konfora rağmen gayet ekonomik bir fiyatla konaklamak mümkün.
Son olarak da La Maison Laurencine'in fotoğrafını sunuyorum.
Üzümün şaraba dönüşümünü fazlasıyla ciddiye alan bir yöreye ait izlenimlerimi paylaştım.
Eh, biraz ciddiye almak lazım. Ne de olsa insanlık tarihine eşlik etmiş olan bir içkiden bahsediyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder