Yedi günlük bir yelken turu için ayak bastığım adalara ait izlenimlerimi kısaca aktarmaya çalışacağım. Önce adaların isminden başlayalım. Avrupanın bizzat Kolomb sayesinde varlığını öğrendiği adalara "virjin" yani "bakire" adaları denmesinin kökeni Kolomb'un adaları keşfettiğinde aslında dinsel bir referansla "Azize Ursula ve 11.000 bakiresi" diye adlandırması. Zamanla ne Azize Ursula kalmış ne de takipçisi olanların sayısı ve adalara Bakire Adaları denilmeye başlanmış. İsimdeki bu dönüşümün psikoanalizi beni aşıyor!
Toplamda yaklaşık 70 adadan oluşan Virjin Adalarının 10 kadarı ABD'ye ait (Amerikan Virjin Adaları), 60 kadarı da İngiliz Kraliçesinin denizaşırı toprakları.
Adaların haritası belki biraz daha konuyu somutlaştırabilir.
Harita kaynağı: Wikipedia
Başkent Road Town, Tortola adasında bulunuyor. Başkent dediysem, başköy niyetine okuyun bunu. Adaların toplam nüfusu 28.000 kişi. Başkentin bulunduğu Tortola adasında 26.000 kişi yaşıyor. Kalan 59 adada sadece 2.000 kişilik bir nüfus var.
Zamanında önemli bir korsan yatağı olan Virjin Adalarında İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, Danimarka ve İngiltere sömürgecilik emellerini gerçekleştirmiş. Kölelik kaldırılana kadar önemli bir şeker kamışı plantasyonu olan adalarda bugün ekonomi turizm üzerinde dönüyor. Tabii, off-shore şirketler ve bankaların da iş yaşamına katkı sağladığını belirtmek lazım. Tropikal doğal cennet aynı zamanda bir vergi cenneti.
Neyse, biz gelelim seyahatimize. Dört kişilik bir ekip olarak uçakla Amerikan Virjin Adalarındaki St. Thomas'a vardık. Buradan bir saatlik bir deniz yolculuğu ile Tortola'daki Road Town'a ulaştık. Teknemizin bizi beklediği Nanny Cay marinası Road Town'a taksi ile 15 dakika mesafedeydi. Akşamüstü teknemize kavuşup vakit geçirmeden denize açıldık.
İşte teknemiz Kibo.
Tropikal iklimin bizleri biraz zorladığını söylemeliyim. Sıkıntı aşırı rutubet. Nefes alırken bile içinize çektiğiniz nemi hissettiğinizden sık sık kendinizi denize bırakmak ihtiyacı hissediyorsunuz. Neyse ki Virjin Adaları deniz ve kumsal açısından aşırı cömert. Hemen marinamızın bitişiğindeki kumsalın manzarası bile ne demek istediğimi açıklayabilir.
Tortola adasından ayrıldıktan sonra ilk yelken seyrimizi hemen güneydeki Norman adasına yaptık ve geceyi buradaki "The Bight" koyunda geçirdik. Robert Louis Stevenson'un meşhur romanı "Define Adası"nı bu adadan esinlenerek yazdığı söyleniyor. Günümüze ait görüntü aşağıdaki gibi.
Akşam yemeği için koydaki restorana gittik. Buralarda bir adete dikkat etmek gerekiyor. Restoranlara asla ben geldim diye giremiyorsunuz. Yer olsun olmasın mutlaka rezervasyon istiyorlar. Önceden bu bilgiye sahip olduğumuzdan hava kararmadan önce rezervasyonumuzu yapıyoruz. Yemek zamanı şişme botumuzla karaya yanaşıp masamıza kuruluyoruz.
Ambiansın güzelliğine rağmen Karaipler'de yemek kültürünün renksiz olduğunu vurgulamalıyım. Ege'nin lezzetlerine alışmış birisi için buralardaki yemek tecrübesi biraz hayal kırıklığına sebep oluyor.
Ertesi günü Peter adasında geçirdikten sonra bir sonraki durağımız olan Virgin Gorda (Şişman Bakire) adasına vardık. Bu adada görülmesi gereken yerlerin başında "The Baths" denilen kumsal var. Volkanik bir oluşum dev kayaların sahile serpilmesine sebep olmuş.Nefis bir deniz, un misali bir kum ve gökyüzünden sahile düşmüş gibi duran kayalar.
Rüzgar yelken yapmaya uygun olduğundan motor ile çok az yol alıyoruz. Dalgaların ve yelkenleri dolduran rüzgarın müziği eşliğinde bir koydan öbürüne, bir adadan diğerine geçiyoruz. Teknemiz keyifle yol alırken görüntüledim.
Virjin Adalarında yelkenlilerin gece seyrine izin verilmiyor. Bunun sebebi adaların çevresinde bulunan resifler. Pek çok yerde aniden azalan derinlik sebebiyle tekneniz karaya oturabilir. Berrak deniz gündüz zamanı çok daha güvenli yolculuk etmenizi sağlıyor. Akşam inmeye başladığında duracağınız yeri belirlemiş olmanız gerekiyor. Gecelemek için seçtiğimiz duraklardan biri de Bitter End (Acı Son) yat klübü. Gün batarken buraya varmak mekanın adıyla tezat oluşturacak şekilde mutlu bir son, yine cennetten bir köşedeyiz.
Bunun neresi "Acı son" siz söyleyin.
(Not: Usta yelkenci abim Tankut Turhan bir uyarıda bulunarak eskiden İngiliz denizcilerin, kullandıkları halatın ucuna "bitter end" dediklerini belirtti. Yat Klübü de hem buna gönderme yapıyor hem de konumunun Virgin Gorda adasının okyanusa açılan ucunda olmasına işaret ediyor.)
Akşam yavaş yavaş örtüsünü üzerimize sermeye hazırlanırken, yumuşayan gün ışığının turuncu tonları sihirli bir dokunuşla manzarayı daha da güzelleştiriyor.
Acı son koyunun bitiminde karanın denizle buluştuğu noktada dingin havanın da etkisyle ortaya çıkan tablo.
Adalar grubunun en kuzey doğu ucunda bulunan Anegada, en büyük adalardan biri (bkz. yazının başındaki harita). Diğer adaların çoğunun tersine volkanik yapısı yok, tamamen bir kumul oluşumu. Hani neredeyse, şiddetli bir fırtınanın oluşturacağı büyük bir dalga adanın tamamının üzerinden geçecek gibi. Adaya yaklaşmak bilgi ve dikkat istiyor. Resifler kilometrelerce önceden başladığından şamandıralarla işaretlenmiş bir geçitte ilerlemekten başka çare yok. Aksi takdirde kıyıdan çok uzakta koca denizin ortasında karaya oturabilirsiniz.
Yavaş ve dikkatli bir seyirden sonra bağlanma dubalarında yerlerini almış teknelerin Anegada sahilinde görüntüsü.
Katamaran yelkenliler salmaları olmadığından kıyıya daha yakın durabiliyorlar. Bizimki gibi tek gövdeliler biraz daha açıkta kalmak zorunda, resif içinde deniz o kadar sığ.
Tropikal kuşağın en tipik özelliklerinden biri olan aşırı nemden daha önce bahsetmiştim. Bu nem yüzünden adeta başınızın üzerinde bulutlar yoktan var oluyor ve neredeyse her gün yağmur yağıyor. Çok kısa süren bir yağmur sonrasında birden bire hava tekrar günlük güneşlik oluyor. Yukarıdaki fotoğrafı çektikten bir süre sonra kıyıya çıktım ve aniden bastıran yağmurun görüntüsünü fotoğrafladım.
İklimle tanışık olmayan birisi yukarıdaki resmi görünce "gitti tatilin bir günü, hava berbat" diye düşünebilir. Halbuki sadece 15-20 dakika sonra manzara tekrar günlük güneşlik, masmavi bir gökyüzü size gülümsüyor. Şiddetli yağan ılık yağmurda ıslanmak burada günlük yaşamın bir parçası. Fotoğrafta görülen yağmur bittikten sonra Anegada'yı keşfetmek için bir araba kiraladık. Kraliçenin topraklarında trafiğin bize göre ters taraftan olduğunu hatırlatmakta fayda var. Neyse ki adadaki toplam araç sayısı çok az.
Gidilecek yerler çok sınırlı olduğu halde keşfe çıkmanın ne kadar doğru bir karar olduğunu anladık. Kuzeye bakan sahildeki Cow Wreck koyu (İnek Enkazı) rüya gibi bir manzara ile bizi karşıladı. Burası için hayatımda gördüğüm en güzel kumsal diyebilirim.
Yukarıdaki üç fotoğrafın aynı gün peş peşe çekildiği göz önüne alındığında tropikal iklim hakkında daha gerçekçi bir görüş sahibi olunabilir.
Akşam yemeğine hazırlanmak için tekrar bütün gün ayrı kaldığımız teknemize döndüğümüzde günün son ışıklarının sahnelediği gösteriyi seyrettik.
Fotoğrafta da görebildiğiniz gibi bu sularda dolaşan yelkenlilerin çoğu katamaran. Salmasız olmaları işlerini kolaylaştırıyor. Kalabalık aileler veya arkadaş gruplarınca kiralanabildikleri gibi tek kamara şeklinde de tutulabiliyorlarmış.
Anegada'nın güney sahilinde yer alan Neptune's Treasure (Neptün'ün Hazinesi) adlı mütevazi restoran akşam yemeği için seçimimiz oldu. Tabii, önceden telefonla rezervasyonumuzu yapmıştık.
Anegada'dan ayrıldıktan sonra bir sonraki durağımız olan Jost Van Dyke adasına doğru güzel bir yelken seyri yaptık. Öğleden sonra denize girme molası vermek için ise Jost Van Dyke'ın yakınında bulunan minik Sandy Cay adasında durduk. Çizgi filmlerdeki ıssız adalar gibi küçücük bir ada burası. Yürüyerek tamamını hemencecik dolaşabiliyorsunuz.
Teknemize bir miktar erzak almak için sahile çıktığımızda bir market aradık. Sahilde anladığımız anlamda bir yerleşim yok. Beş on tane baraka misali bina, bir iki bar, restoran vs. En fiyakalı yapı market çıktı. Burasını ölçülerinde bir AVM bile diyebiliriz buna. Oturup kahve içebileceğiniz bir iki masası, barı, manav ve yiyecek bölümünün dışında hediyelik eşya departmanı bile vardı.
İşte size ada AVM'si.
Adanın meşhur iki barından biri olan Foxy's akşamüstü müşterilerle dolup taşmıştı. Yemek öncesi içkilerini içenler bir yandan gürültülü sohbetlerini yapıp bir yandan da "yorgunluk atıyorlar". Karaip korsanları ambiansında bir mekan burası, ancak bu atmosfer özenti değil gerçekten adanın kendi hali.
"Ana cadde"de dolaşırken okuldan dönen çocuklarla karşılaştım. O kadar sevimliydiler ki kayıtsız kalamadım ve fotoğraflarını çekmek istedim, beni kırmayıp poz verdiler. Bakar mısınız şu şekerlere!
Akşam olduğunda buralarda yapılmaması gereken (!) bir hata yapıp yemek için rezervasyonu ihmal ettik. Bu kabul edilemez durum nedeniyle restoranlar bizi geri çevirdi. Mecburen teknede kendi yemeğimizi yaptık. Neyse ki AVM'ye gidip erzak almıştık. Eli maharetli bir ekip arkadaşımız deniz mahsullü güzel bir makarna pişirdi.
Biten gün bize yine güzel bir final gösterisi sundu.
Virjin Adalarındaki son durağımız Cooper Adası oldu. Gözde bir mekan olan Cooper adası yat klübü çevreye son derece saygılı bir şekilde inşa edilmiş. Akşam tekneyi bağlamak için yer sıkıntısı olabileceğini bildiğimizden öğleden sonra erken saatte adaya varıp yerimizi garantiledik. Tesisin bulunduğu koyun ucundaki mercan resifleri rengarenk balıklarla dolu. Şnorkel meraklıları için bulunmaz bir mekan, üstelik teknenizi bağladığınız yere yüzme mesafesinde. Çizgi film kahramanı balık Nemo'nun arkadaşlarının pek çoğu ile burada tanıştım.
Cooper adasında bağladığımız teknemizden sahilin görünümünü sunuyorum.
Çok estetik bir şekilde inşa edilmiş, sahilde ağaçların arasında saklanmış binalardan oluşan yat klübü etkileyici bir mekan.
Havadaki yoğun nem yüzünden daha önce görmediğimiz bir şeye tanık olduk bu harika yerde. Yağmur yağmadan bir gökküşağı ortaya çıktı. Tabii, buralarda yağışların çoğu çok yerel olduğundan hemen yakınımıza yağmış olabilir. Biz teknede otururken birden önümüzde bir gökkuşağı beliriverdi. Hemen deklanşöre bastım.
Gezimizin son gününün bitiminde gün batımı bize yine çok güzel bir veda manzarası sundu. Akşam için demirlemiş tekneler muhteşem bir fonun önünde nazlı nazlı salınıyor. Son gecemizi çok güzel bir mekanda geçirdik.
Kuzey yarım kürede kış mevsimi yaşanırken ekvatora yakın bölgelerde böylesi farklı bir ortam var.
Dünyamızın bu köşesinde kendi ritminde ve tarzında bir yaşam sürüyor. Bu güzellikleri görebildiğim için çok şanslıyım.
Güncelleme: Eylül 2017'de oluşan Irma kasırgası Virjin Adalarına büyük hasar verdi. Yukarıda anlattığım mekanlardan bazıları yerle bir oldu. Örneğin, Bitter End yat klübünün kullanılamaz durumda olduğunu öğrendim. Eminim, kısa zamanda hepsi eskisinden güzel olarak tekrar yapılır ama bir süre bu güzel manzaralar fotoğraflarda kalacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder