istanbul

istanbul

İzlenimler: Yunan Adaları - II

Bir önceki Yunan adaları izlenimlerimde yolumun buralara tekrar düşeceğini sandığımı yazmıştım. Nitekim öyle oldu. Ege'nin her iki sahilinin ve adaların çağrısı o kadar içten ki insan bir kere buralara geldi mi bir daha sırtını dönüp gidebilmek mümkün değil.

Bu yolculuğumuzda Marmaris, Orhaniye'den kiraladığımız bir yelkenli ile Simi ve Tilos'u ziyaret ettik. Dost canlısı bu adaların izlenimlerini paylaşıyorum.

SiMi

Reşadiye yarımadasının karşısında, Datça yarımadasının hemen altında girintili çıkıntılı kıyılarıyla Simi duruyor. Osmanlı döneminde adı Sömbeki olan, yabancı dillerde bazen Simi, bazen de Symi şeklinde yazılan adaya yaklaştığınızda ağaçsız çıplak tepeleri ile fazla bir doğal güzellik sunmayan bir manzara görüyorsunuz. Hani, neredeyse çok iri bir kaya parçası diyebilirsiniz bu adaya.

Adanın Türkiye'ye bakan doğu sahilindeki korunaklı bir koyda Simi kasabası kurulmuş. 2.500 olan toplam ada nüfusunun neredeyse tamamı bu kasabada yaşıyor. 19. yüzyıl sonlarına kadar 20.000'lerde olan nüfus gemi yapımı ve süngercilik sayesinde iyi bir gelir sağlarmış. Devir değişip, modern zamanlar gelince ekonomi bozulmuş ve nüfus erimiş. Şimdilerde turizm adalıların keyfini tekrar yerine getirmeye başlamış.

Sosyal ve ekonomik hayatın inişlerine çıkışlarına rağmen yerleşim dokusu öyle güzel korunmuş ki gıpta etmemek mümkün değil.

Simi kasabasına yaklaştığınızda geleneksel mimarileri ile inşa edilmiş binalar belirmeye başlıyor.


Ada dik yamaçlarla kaplı olduğundan yerleşim de buna uyarak renkli bir görsel ziyafet oluşturmuş. Pek çok yerde sokaklar merdivenlerden oluşuyor. Adadaki araç sayısı sınırlı olduğundan alıştığımız sokak-cadde yapısının olmaması bir dezavantaj yaratmıyor.

Limandan içeriye girdiğinizde önünüzdeki hakim manzara yamaçlara sıralanmış rengarenk iki katlı evler ve rıhtıma kıçtan yanaşmış yelkenli tekneler.


Teknemizi rıhtıma bağladıktan sonra bir cafe'de oturup frappe'lerimizi içtik ve arkasından polis karakoluna giderek pasaportlarımızı damgalatıp resmi ziyaretçi olduk.

Sahilden içerilere doğru merdivenli sokaklarda yürümeğe başladığınızda öğle sıcağına denk gelmemekte fayda var. Tepelere doğru yüzlerce basamak çıkmanız gerekiyor. Yukarıdan görülecek manzara için bu meşakkatli yolculuğu yapmaya değer doğrusu.

İşte sahile dik olarak yukarı mahallelere giden bir sokak.


Evlerin nasıl özenle korunduğunu gördüğümüzde bu çabaya saygı duyuyoruz doğal olarak. En tepeye çıktığımızda ise bizi muhteşem bir manzara karşılıyor. Simi kasabasının lacivert Ege denizi ile beraber oluşturduğu görkemli manzara insanı etkiliyor.


Yukarıdaki fotoğrafı zoom yaparak çektim. Kasabanın dokusu gayet net olarak anlaşılıyor. Geniş açı ile manzarayı bütün olarak görüntülediğimde belki daha anlamlı bir kompozisyon çıkıyor. Adanın çıplak görüntüsüne rağmen yerleşimin bu kadar renkli ve estetik olması dikkat çekici.


Ege'nin derin lacivert tonuna karşılık binaların cıvıltılı renkleri çok güzel bir kontrast oluşturmuş. Yerleşim alanı dışında ise ada renksiz bir manzara sunuyor. En uzakta görülen tepeler Türkiye sahilleri.

Simi'nin tarihine biraz baktığımızda, 16. yüzyılda Osmanlı hakimiyetine girdiğini görüyoruz. Osmanlı idaresinde hep özerk bir bölge olmuş ve pek çok imtiyazı elinde bulundurmuş. 20. yüzyılda ise kısa bir süre 12 ada federasyonu ile kısmi bağımsızlık yaşadıktan sonra İtalyan işgaline uğramış. Arkasından Alman idaresine geçmiş ve en nihayetinde Yunanistan'a bağlanmış. Yakın tarih oldukça çalkantılı yani. Coğrafi olarak Anadolu'ya yakınlığını yukarıdaki fotoğrafta görebiliyorsunuz.

Tepelerden aşağıya tekrar sahile indiğinizde Ege'nin geleneksel cafe, restoran dizilimi sizi karşılıyor. Yemek kalitesinin ne kadar yüksek olduğunu tekrarlamaya gerek var mı, bilmiyorum. Diğer adalarda olduğu gibi Simi'de de denizin tüm bereketi adalıların usta ellerinde gerçek ziyafetlere dönüşüyor. Burada küçük bir parantez açmakta fayda var. Simi sahilindeki Manos restorandan bahsetmemek olmaz. Söylendiğine göre Manos bütün Ege adalarındaki en iyi restoranmış. Her restoranı denemek mümkün değil elbet ancak şu kadarını söyleyebilirim ki Manos'ta bugüne kadar tattığım en muhteşem yemekleri yedim. Bütün mutfak deniz ürünleri üzerine kurulu. Burada yemek gerçekten bir yaşam tecrübesi.

Sahilden bir görüntü ile devam edelim. Teknelerin yanaştığı liman içinde bile denizin berraklığı inanılmaz. Canınızın çektiği yerde kendinizi denize atabilirsiniz.


Bu adada Simi kasabasından başka ne var? Adanın geri kalanı - bir istisna dışında - bakir kumsallar ve koylardan oluşuyor. Güney doğu ucunda bulunan Marathounta koyunda demirledik. Koyda üç beş küçük ev ile derme çatma bir restoran var. Derme çatma deyince yemekleri vasat zannetmeyin. Böyle bir  yerde bile çok lezzetli yemekler yiyorsunuz ve çok cüzi bir hesap ödüyorsunuz.

Koydaki teknemizi böyle görüntüledim

Adanın tamamı gibi çıplak bir manzara fakat cam gibi nefis bir deniz.

Biraz yukarıda adanın Simi kasabası dışında kalanını tanımlarken bir istisnadan bahsettim. Bu istisna, batıya bakan küçük bir koya yerleşmiş olan Panormitis manastırı. Daracık bir boğazdan geçip adanın normal dokusunun aksine ağaçlarla bezenmiş bu koya girdiğinizde sizi beklemediğiniz bir manzara karşılıyor. Bu manzarayı gün batımının altın renginde fotoğrafladım.


18. yüzyılda inşa edilmiş olan manastır bugün de aktif. Mimari olarak en ilginç yanı merkezindeki saat kulesi. Küçük bir koyda, sadece üç beş binanın olduğu bir yerde böyle bir saat kulesi kesinlikle beklemiyorsunuz.

Aşağıda manastırın saat kulesi altındaki ana girişi ve rıhtımının detayı.


Panormitis koyunda geceleyen tekneler akşam yemeği için manastır kompleksinde bulunan restorana geliyor. Deniz kenarındaki bu basit restoranda geleneksel Ege mezeleri ve tabii uzo eşliğinde sakin bir yemek yiyebilirsiniz.

Gün batımında Ege'nin derin mavi gökyüzü pembeye ve sonra kırmızıya çaldığında usta bir ressamın elinden çıkmış gibi duran renkler önünüzde beliriyor.


Yukarıdaki fotoğrafı manastırın rıhtımından çektim. En soldaki yelkenli bizim teknemiz. Zodiac botla kıyıya doğru gelenler de arkadaşlarımız.

Ertesi sabah pırıl pırıl bir güne uyandık ve manastırın fırınından çıkan taze böreklerle güzel bir kahvaltı yapıp yola koyulduk.

Simi'ye ait son fotoğraf Panormitis manzarası eşliğinde turkuaz sularda teknemiz Anna Rose.


Koydan çıktıktan sonra yaklaşık dört saatlik bir seyirle bir sonraki durağımız olan Tilos adasına vardık.

TiLOS

12 adanın en sakinlerinden ve en az bilinenlerinden biri Tilos adası. Türkiye sahillerine göreceli olarak mesafeli ve daha yalnız bir ada. Doğu tarafındaki Livadia köyü tek yerleşim noktası. Ada 1970'lerde kalmış gibi bir görüntü sergiliyor. Sakin mi sakin, izole mi izole bir hayat sürüyor burada. Toplam nüfusun 500 kişi olduğunu söylersem ne demek istediğimi anlarsınız. Dünyayı arkanızda bırakıp başınızı dinlemek isterseniz tam yerindesiniz.
 
İlginç bir şekilde bu adayı İngiliz turistler keşfetmiş. Adanın resmi dili Yunanca değil de İngilizce gibi. İngiliz turistler deyince binlerce turist adayı doldurmuş zannetmeyin. Zaten toplam üç beş pansiyon ve bir o kadar da küçük otel var burada.

Aşağıdaki resim Livadia'nın neredeyse tamamını gösteriyor.


Aslında bu fotoğrafı adadan ayrılırken çektim. Dikkatli bakanlar suda teknemizin arkasında bıraktığı izi görmüştür.

Livadia'ya biraz daha yakından bakalım.


İşte köy bu kadar. Bu yüzden her şeyden kaçmak isterseniz doğru yer burası dedim. Resmin en solunda görülen kırmızı çatılı bina köyün kilisesi. Çok estetik bir yapı bu, adeta oyuncak gibi. Köyün en görkemli binası da diyebiliriz.

Aşağıda kiliseyi yakından görebilirsiniz.


Başka ne var Tilos'da? Aslında Livadia'nın hemen dışında bazı görülecek kalıntılar varmış ama kısa bir ziyaret için çok da kritik öneme sahip olduklarını pek sanmıyorum. Bu adanın gerçek ziyaretçisi bence modern hayattan kaçıp güzel bir deniz, küçücük bir yerleşim arayan kimselerdir. İnsanın kendisine bir "reset" yapması için doğru bir yer burası.

12 adayı birbirine ve Yunanistan'a bağlayan feribot ağı bu adayı da içine alıyor. Haftada iki üç kez buraya uğrayan feribot biz adadayken geldi ve kısa bir duraklamanın ardından yola çıkıp gözden kayboldu. Tesadüfen, Türkiye'den Ege turuna çıkmış bir gulet de o sırada limanda idi.


Tilos'da bir gece kaldık ve tabii yine güzel bir akşam yemeği yedik. Ertesi gün yola çıkıp gerçek hayata doğru yol aldık.

Ege yine beni büyüledi. Tekrar buralara gelir miyim? İlk fırsatta!